Tuesday, September 14, 2010

Ayranımız yok içmeye..

Selamlar. Bu aralar çok saçma sapan yaşıyoruz. Öncelikle size evimizin durumunu anlatayım. Evimizi bok götürüyor desek yeridir, sayın okuyucular. Hani bizim dağınık insanlar olduğumuz zaten bilinen bir şey, ama bu dağınıklık falan değil, resmen pis olduk. Neden böyle oldu, nasıl bu duruma geldik bilmiyoruz, her şey çok ani bir şekilde gerçekleşti. Hadi onu da geçtim, dağınıklık durumumuz da devam ediyor. Bu da yetmezmiş gibi odamı yenilemeye karar verip eşyalarımı değiştirdim. Bu yaptığım için de odamdaki babaanne/eşşşek ölüsü eşyaları odadan çıkardım doğal olarak. Tek sorun onları dışarı atmamış veya satmamış olmam, hepsi koridorda ve mutfakta öylece duruyor. Çok ağır ve büyük oldukları için onlarla ne yapacağım konusunda bir fikrim yok. Şimdi işin en saçma kısmına geliyoruz. Böyle bir evde bir adet espresso, bir adet de filtre kahve makinesi var. Dağınıklık arasında kendilerini bulduğumuz vakit, onları çıkarıp kahve yapıyoruz. Yerlerde espresso kutuları dolaşıyor, bazen onlara tekme falan atıyoruz. Şimdi sizce de bu biraz 'ayranım yok içmeye, atla giderim sıçmaya' durumu değil midir? Neden iki tane kahve makinemiz olduğunu sormayın, onu anlatması gereken kişi bir başkası. Yaptığımız kahveleri içmek için bardak bile bulamıyoruz evin şu anki durumunda, ama yüzsüzce çekirdekleri öğütüp duruyoruz. Ancak tuhaf bir şekilde Mutlusel'in odası ve benimki gayet düzenli. Sanırım biz kendi alanlarımız dışındaki ortak alanları beynimizde bitirdik, böyle bir psikolojik sorunla karşı karşıyayız. Yanlış anlaşılmasın, '' aabi öğrenci evi işte'' triplerine girip elimize geçenleri dağınık ve pis olsun diye oraya buraya bilinçli olarak fırlatan insanlardan da değiliz biz. Dün gece lavabo taşmak üzere olduğundan, bir pompa yardımıyla deliği açtım ve sonrasında çekirdek öğütmek suretiyle kendime kahve yaptım.
Fakat üzülmeyin, yarın evde temizlik var, hem de gerçek bir temizlik makinesi tarafından gerçekleştirilecek. Bize gelmek için güzel bir fırsat, belki kahve yaparız.

Friday, September 10, 2010

Saçma sapan bir akşam

Merhaba. Dün eve bir geldim ki ne göreyim, Mutlusel'in eski sevgilisi Kerem bizde.Kerem de yeni birileriyle tanışırken benim gibi heyecanlanıp sağa sola bakınan bir insanmış.Saçma sapan bir tanışma faslından sonra Trivial Pursuit adlı oyunu oynadık.(Genel kültür oyunu gibi bir şey.) Mutlusel ve bana birer kez sıra geldi sanırım, çünkü Kerem üst üste bütün soruları bilerek oyunu 2 dk içinde bitirdi diyebiliriz.Hiç eğlenmedik galiba.Kendimizi biraz kültürsüz hissettik. Genel kültür sorularının hiçbirini bilemeyerek genel olarak bile kültürlü olmadığımızı anladık. Daha sonra Mutlusel'in ders aralarında bana ''mesela dünyadan birisi kaybolacak, sebze mi meyve mi? Ama sebze derken, patlıcan kızartması ve karnıbahar falan da yok, iyi düşün'' gibi sorular sormasının kaynağını öğrendim, zira Kerem de ''mesela sana helikopter veriyorlar, ama günde 2 kez Ankara'ya uçup helikopter müdürlüğüne imza vermek zorundasın, kabul eder misin?/ Mesela sana ev verecekler, ama karşılığında bir sene ekme bıyıkla dolaşmak zorundasın, naparsın?Ama iyi düşün, löp diye veriyorlar evi./Mesela şöyle bir şey varmış; sana aylık 2 milyar maaş veriyorlar, ama karşılığında haftada 5 saat sete gidip eskiden Yasemin Yalçın'ın canlandırdığı o bıyıklı, tek kaşlı karakteri oynayacaksın ve adını google edince görsellerde hep öyle bir fotoğrafın çıkacak, 25 sene sonra bile. Naparsın?'' gibi sorular yöneltti uzun bir süre. Helikopter müdürlüğü ne allah aşkına, niye imza veriyoruz oraya? Ayrıca ekme bıyık nedir? Cevaplarımı merak ettiniz mi? İlk soruya hayır, ikincisine evet. Evi satıp içinde yaşayacağım bir tekne almak isterdim. Diğerini bilemedim şimdi... OF!

Thursday, September 2, 2010

Sütlü Nuri

Merhaba, bir önceki yazıyı okuduysanız, Mutlusel'in tadilat sonrası atılacak birkaç eşyası olduğunu biliyorsunuzdur. İşte o eşyaları alması için bir spotçuyu aradığımı söylemiştim, ona beni Nuri'nin yönlendirdiğini ve eşyalarımızı almasını istediğimi belirttim. Daha sonra arayan bir adam, aslında Nuri'nin beni ona yönlendirmek istediğini fakat benim görüştüğüm kişinin kardeşi olduğunu belirtti. Sonra da ''yarın Nuri'nin evinde buluşalım'' dedi. ''Nereden bahsettiğiniz hakkında hiçbir fikrim yok'' dedim, zira Nuri'yi tanıma, onun evini bilme ve oraya gitme imkanımın bulunma gibi olasılıklara hayatımda yer olamazdı. Biraz ürkerek telefonu kapatıp çantama koydum. Kimdi bu Nuri.. Bizden ne istiyordu.. Evi yerden ısıtmalı mıydı, yazın rutubet alır mıydı.. Korkarım bu sorular hiçbir zaman cevaplanmayacak.
Bunun yanı sıra, Nuri'nin adamının almayacağı kesinleşen birkaç eşya kapının önünde duruyor.Yan komşu blogu takip ediyor olsa gerek, ne bize bir eşya bırakıyor artık, ne de bize sahip çıkıyor. Aksine bize düşman kesilmiş durumda. Önce her hafta başı toplanan ambalaj atıklarımızı saatinde çıkarmadığımız için azar işittik kendilerinden, şimdi de kapının önündeki bahsi geçen eşyaları her gün birer cm olmak üzere bize doğru ittiriyorlar. Bunları ya atın, ya da eve sokun der gibi. Belki de ''bizim verdiğimiz eşyalarla zengin oldular, şimdi de biz alalım diye kapıya eşya bırakıyorlar'' diye düşünmüşlerdir.Öyle bir niyetimiz yoktu oysa.

Friday, August 27, 2010

Daire 5'te Tadilat!




Daire 5'ten selamlar. Bugün bize gelmeyi düşünüyorsanız, lütfen bir kez daha düşünün, çünkü evimizde tadilat var. Daha doğrusu Mutlusel'in odasında olan biten her şey. Sabah tulumunu giyip gelmiş olan Çiğdem'e kapıyı açtığımızda, ''boyacı geldii'' dedi. Evet, Mutlusel'in odası boyanıyor şu an. Birazdan yükleyeceğim Mutu'nun boya yaparkenki resmine aldanmayın, yok öyle bir duvar boyama. Michelangelo bile Sistine Chapel'de böyle artistik şekillere girmemiştir. Bu kıza söylenmesi gereken, önce bir ampulünü değiştirmesi gerektiğidir.
Mutu kullanmadığı eşyaları atacağını söyleyince, hemen bir spotçu bulup aradım, gelip alır mısınız bunları demek için. Adam bana başka bir numara verdi, Nuri yönlendirdi derseniz yardımcı olur dedi. Aradığım adam sesimi duymadığı için, odanın ortasında ''NURİİİ, NUUURİ'' gibi farklı tonlamalarla nurilemeye başladım. İşte bu iletişim kopukluğu büyük bir eziyet gerçekten.
Ben bu satırları yazarken, boyacılarımız küçük bir kaçamak yaparak makarna yapmaya başladılar. Çiğdem gelip gelip, 'boyacılar bu odayı kaç saatte boyadılar acaba' tarzındaki sorularla, boyacılarla empati kurmaya çalışıyor. Kendisini bir hüzün kapladı, şu boyacı imajını üzerinden atması lazım, kendi sağlığı için. Veya boyayı fazla solumuş da olabilirler. Zira odada 'Afrika müzikleri' çalıyor. Bu cümleden de kültürsüz odunlar olduğumuz anlaşılmıştır herhalde, vuvuzeladan başka bir şey bilmiyoruz sanırım. Onun da modası geçti zaten.

Thursday, August 19, 2010

'Sıcak' üzerine bir nefret yazısı

Şu sıralar, geçtiğimiz aylarda Ankara'dan İstanbul'a gelip bende kalmış olan kuzenim için ne kadar gereksizce üzüldüğümü düşünüyorum. O gelmeden önce havalar gayet iyiyken, o geldiği anda yağmur başlamıştı ve o gidene kadar da dinmemişti. İşte bu iğrenç havalardan her bunaldığımda aklıma o 3 gün geliyor, keşke o günlere dönebilsek. Domuz gibi terlemezdik.
Sıcaktan nefret ediyorum arkadaşlar, hem de baya nefret ediyorum; öyle böyle değil. Bunu şu an çok sıcak olduğu için söylemiyorum. Kışın hep yaz gelecek korkusuyla yaşadığım gibi, ilkbaharı da yazın habercisi olduğundan hiç sevmem. Havalar azcık ısınmaya başlasın, içime bir korku dolar.İşte ben yazdan böyle nefret ederim. Denize gireyim, kumlarda yuvarlanayım, güneşte esmerleşeyim gibisinden isteklerim de olmadığından, yaz benim için daha da büyük bir eziyet olup çıkıyor anlayacağınız.
Daire 5'te yazlar çok fena geçecek gibi.Ne sıcağı olduğu belli değil, dışarısı bu kadar sıcak değil örneğin. Geceleri uyumak imkansız, vantilatöre kıçınızı dayamaya kadar gidiyor bu eziyetin sonuçları. Vantilatörün karşısına geçip saçma hareketler yapmak sadece kıçınızı oraya çevirmek değildir elbette, koltukaltlarımızı, ensemizi, hatta dilimizi bile ritmik hareketler eşliğinde serinletiyoruz bu yöntemle. Gece uyuyamadığımız için facebook'u piksellerine ayırarak inceliyoruz oturma odasında. Günde 10 kez duşa giriyoruz ama çıktığımız anda kuruyoruz tabi ki. Buna hangi şampuan, hangi sabun, hangi su dayanır? Üstünüzden çıkaracak herhangi bir kumaş parçası kalmadığından derimizi yüzmek istiyoruz. Uyumamız da çok canice oluyor haliyle, artık daha fazla terimizle uğraşamayacağımızı anlıyoruz, yani vücudumuz anlıyor, daha fazla facebooku inceleyemiyor gözlerimiz, daha fazla vantilatörün dibine dibine kaykılamıyor kaslarımız, göz kapaklarımız bile terden yapış yapış olmuş oluyor ve beynimiz hata verip baygınlık geçirircesine uyuyakalıyoruz. Bu uyuyakalış hali, taşın üstünde, pencere kenarındaki masada, koltuğun kenarında olabilir. Ben genelde bacaklarım koltuğun kolçağından sarkar halde uyuyakalıyorum, minderleri üst üste koyup başımın altına yastık niyetine koyuyorum ve ağzımı açık buluyorum uyandığımda. İşin kötüsü uyanmamız da sıcaklardan dolayı oluyor sanırsam. İyi terlemeler...

Sunday, August 8, 2010

Ahlak Polisi Giresunlu Emmi

Merhaba canlarım. Birkaç gündür Yağmur ve Buğra bizdeydi, bu ikisi ihtiraslı bir aşk hikayesinin baş kahramanları bu arada. Benim de aşk hayatım oldukça ihtiraslı olduğundan, Mutlusel daha fazla dayanamayıp 'evde çift eksik olmuyor, bir de yedek getirdik' diyerek çirkefleşmeye başladı. Mutlusel'e buradan 'bana bir koca lazım' adlı parçayı hediye ediyorum.Trivial Pursuit oynarken de çiftler olarak takım olmamız, Mutlusel'in yalnızlığıyla bir kez daha başbaşa kalmasına neden oldu.Bu nedenlerden dolayı iyice kafayı sıyıran Mutu, çareyi kadınlar plajına gitmekte buldu. Sonra da utanmadan erkekler plajıyla umutsuz ev kadınları plajını ayıran brandanın deliklerinden er kişileri dikizleyip, ''erkeeeeek'' diye bağırıp kaçtığını açıkladı.
Evdeki hareketli hayatımızı kıskanan üst komşumuz, bugün bizi ziyaret eden Şeyma adlı arkadaşımıza, ''Bu ev 2 kişi tutulmuştu, şimdi kimin girip çıktığı belli değil'' diyerek sitem etmiş. Ben de kendisiyle kavga etmek için en pis halimi takınıp tam bir gangaster gibi evine gidip yakasına yapışmayı aklıma koydum. Fakat ahlaktan sorumlu bu beyefendinin karısı, insan olmadığından, kapıyı açmadı. Sonra kendisini bakkalda görüp aklımdaki şeyleri birer birer söyledim, bunu yaparken tek elim belimdeydi, diğer elime ait olan işaret parmağımı da burnuna doğru sallıyordum. Akşam kapımıza gelen bu yaratık, aslında ahlak bekçiliği yapmadığını açıklamak için, ''ben apartmanımıza bomba koymak isteyenlere karşı dikkatli davranıyorum sadece, Allah korusun, böyle şeylerle sıksık karşılaşıyoruz'' dedi. En azından biz öyle anladık, çünkü konuşmasını anlayabilmek için birkaç dil biliyor olmak gerekiyor en azından. Nereye sık sık bomba konuyormuş, bizim dandirik apartmanımıza neden bomba konmak istensin, bunları anlayamadık. Sonra da asıl bizim ondan korkmamız gerektiği sonucuna vardık. Neyse, Allah korudu da etrafta bomba türü herhangi bir şey olmadığını bir-iki kez sağa ve sola bakarak kavradık. Oysa ki bir an Şeyma'dan şüphelenmiştik.
Bugün bir referandum gerçeğiyle karşılaştım. Çalışırken kadının teki, 'sen referanduma evet mi diyeceksin yoksa hayır mı? Ona göre seni dinleyip dinlememem gerektiğine karar vereceğim' diyerek kötü kötü baktı suratıma, pis pis de sırıtmaktaydı. Ben de bunun kişisel bir görüş olacağını ve yaptığım işle hiçbir alakasının olmadığını açıkladım. Fakat kendisi çok ısrar edince cevap vermek zorunda kaldım. Şıkları aklımda eledim; hayır/evet/yetmez ama evet/boykot. Sonra da cevap verdim. Cevabım hoşuna gidince de destekçi oldu. Adresini verirken de ''Namazgah sokaaak. Hahahaaayt, çok dinibütün bir mahalleyizdir, sokağın ismine bak ayol, hay allah'' diyerek dini görüşünü de açıklayarak beni büyüledi. Gerçekten etkilendim.
''Bizim kızı da yazdıralım, bizim oğlanı da götürelim, bizim çocuğu da oraya verelim, bizimkinin onlardan ne eksiği var '' düşünce biçimini hayat felsefesi olarak kabul etmiş aile babalarına bayılıyorum. Bugün onlardan bir tanesi, 7 yaşındaki kızını destekçi yaptı. Ayrıca belirtmeliyim ki, bu 7 yaşındaki kızın bir hotmail hesabı da vardı. Farmville, Barbie çiftlikte, Ken'in Mercedes'i, Power Puff Girls mailleri arasından Greenpeace Akdeniz bültenini ayırt edemeyecekler kuşkusuz, ona yanıyorum. Sonra da bizi arayıp bültenleriniz gelmiyor diye bir yığın sorun çıkaracaklar.

Monday, August 2, 2010

Diş

Merhaba. Mutlusel geldi. Kapkara olmuş, görmek isterseniz bize gelin.
Bugün dişim çok ağrıyor, diş hekimi arkadakileri de porselen yapalım dediğinde terslemiştim kendisini. Keşke terslemeseymişim. Ağrıdan geberirken kafamdan bir sürü şey geçti, dişime ettiğim küfürler arasından seçebildiklerimin kimi, kaçıncı yüzyıldayız, hala diş ağrısı diye bir şey var tarzı sitem cümleleriydi. Gerçekten, adamın kolundan aldıkları dokuyla penis falan yapıyor bu insanlar, bir de diş ağrısına bir şey bulsalar ya. Bence yapılabilir, ama o zaman da dolgu, kanal tedavisi, porselen, köprü, kaplama, protez, diş temizletme, diş çektirme, diş fırçası, diş macunu, diş ipi, gargara, diş beyazlatıcı ve benzeri milyonlarca şeye talep olmazdı.
Mükemmel bir mekanizması olduğu idda edilen insandan daha mükemmel şey köpek balığı. Dişleri habire dökülüp yenileri çıkıyor, daha sağlıklı bir şekilde. Köpek balığı olmak için her şeyimi verebilirdim şu an.
Türk olduğum için olsa gerek, çenem kopmadan dişçiye gitmeyeceğimi idda ediyorum.