Tuesday, November 8, 2011

Kurban Bayramı Etkinlikleri

Merhaba. Yine bir kurban bayramı geldi. Biz de bunu evde olabildiğince değerlendiriyoruz. En çok bayram havasına giren Beril ve Camille oldu ne hikmetse. Beril bayramın ilk günü 8'de uyanıp bayram temizliği yapayım demiş. Yıllardır içinde biriktirdiği temizlik hırsı nedeniyle ne bulduysa makineyle çekmiş, makine bozuldu. Makineyi açınca içinden çoraplar, bandana falan çıktı. Sonra da aldığı bayramlıkları giyip saçını kestirmeye gitti. Camille de bayram tatilinden yararlanıp güzel Anadolu'muzun güzel yerlerine gitti, şu anda Rize, Trabzon ya da Artvin'de (ne fark eder hepsi güzel!) Bize gelince... Mutlusel ve ben bayram sabahlarına bayıldığımız için, sabahı görmeden uyumuyoruz. Bayram sabahlarının o masum, ışıl ışıl havasını yakalayıp, sabah 6 gibi uyuyoruz. Sonra da akşam 6'de uyanıp kahvaltı yapıyoruz. Şahsen uyandıktan 5 dakika sonra da benim hayatım bitiyor zaten, o yüzden galiba erken uyanmaya pek gerek yok. Maillerimi kontrol edip, facebooktan gelen mesajları cevaplandırıp, haber okuyup, kahve içtikten sonra yapacak pek bir şey kalmıyor. Biraz kitap uyuyup geri okumaya mı gitsem? Hay allah, sıraları da karıştım.

Friday, September 2, 2011

2011 Tatil Rehberi (Dudullu)

Merhaba. Biliyorsunuz yaz geldi, ben de bu yaz müthiş bir ortadoğu kenti olan Dudullu'nun güzelliklerini görmek için sırtımda backpackimle yola koyuldum. Bildiğimiz ya da bilmediğimiz gibi Dudullu 2 bölgeden oluşuyor: Aşağı ve Yukarı Dudullu. Güvenlik sebebiyle Yukarı Dudullu'yu tercih etmenizi öneriyorum.

Öncelikle İETT'nin Dudullu'ya her gün seferi olduğunu belirtmek isterim. Kadıköy'den kalkan körüklü otobüsler aracılığıyla Dudullu'ya gidebilirsiniz. İmkanınız varsa önceden rezervasyon yaptırmanızı öneririm, zira otobüslerde ayakta bile yer bulamıyorsunuz. Yolculuk yaklaşık 3 saat sürecektir. Dudulluluların çocuk sevgisi daha yolculuk sırasında anlaşılıyor, her kadının kucağında en az 4 çocuk olduğunu gözlemleyeceksiniz. Bütün bu çocukları aynı koltuğa oturtarak adeta bir sivil itaatsizlik örneği sergiliyorlar.

  • Dudullu'nun dokusu bizim Fikirtepe'ye çok benziyor aslında. Yabancılara karşı biraz kapalılar, size tip tip bakacaklardır. Bu durumu en aza indirgemek için, kapalı ve renksiz kıyafetler tercih etmelisiniz.

    Yukarı Dudullu'ya vardığınızda kalacak bir yer bulmanız gerekiyor. Konforunuza düşkünseniz Betül Acar'ın evinde konaklayabilirsiniz. Alt kattaki anneanne servisiyle size daima en leziz yemekleri sunacaklardır. Evin ayrıca büyük bir kütüphanesi ve sınırsız internet hizmeti de bulunuyor. Modeminizi getirmeniz karşılığında. Sizin için hazırlanmış dolapta çeşitli içkiler de var, yok değil (aman kimseye söylemeyin).

    Yerleştikten sonra biraz etrafı gezebilirsiniz. Dudullu sokaklarında yürürken buradaki insanların hayvan sevgisine şahit olacaksınız. Her çatıda en az 2 köpek bağlı, bir de balkonlarda yer yer kartal hayvanının heykeli görülüyor.

    İMES sanayi sitesi de Dudullu'da bulunuyor. İç içe geçmiş cami ve fabrika motiflerini barındıran İMES sanayi sitesi logosu karşısında büyüleneceksiniz. Sanıyorum ki burada rönesans ve sanayi devrimine gönderme yapılmış.

    Ve yorucu bir günün ardından eve dönme vakti geldi. Tekrar 20D'ye bineceğim için içimde bir heyecan... Çocuklar ağladıkça anneleri onları dövüyor, anneler dövdükçe çocuklar ağlıyor. İşte böyle bir curcuna içinde Fikirtepe'ye dönüyoruz. Sanki hiç gitmemişiz gibi...

    Ha, soranlara Dudullu demekten çekinenler için ipucu: Ümraniye'deydim diyebilirsiniz, kötünün iyisi sayılır.



Saturday, August 20, 2011

kendi düşen ağlamaz

DİKKAT. BU YAZI HOBİ FİKİRLERİ İÇERİR. HOBİ, ZARARLIDIR. UMUTLARINIZI YOK ETTİĞİ GİBİ CÜZDANINIZI SÖMÜRÜR.
Örnekleri için: http://dairebesinmaceralari.blogspot.com/2010/11/yeni-hobimiz.html
(Ayrıca ''biz bir şey çalmak istiyoruz ama ne olduğunu bilmiyoruz'' diyerek Karaköy'deki müzik enstrümanları satan dükkanlarda saatlerce gezdikten sonra tahta flüt almıştık. O flütler şu an odamızın en gizli ve tozlu köşelerinde yatıyor.)


Merhaba. Hobinin ne kadar zararlı bir şey olduğunu çok iyi bilen biri olarak, bir hobi edinme hevesine yine kurban gittim diyebiliriz. Önceleri çok masum hobi fikirlerim vardı, mevye kasalarından kitaplık yapmaya başladım. Biraz araştırınca meyve kasalarından masa, tepsi, raf vb bir çok şey elde edilebileceğini gördüm. Bunlar zararsız hobilerdir, dikkat etmenize gerek yok, masrafsızdır ve geri dönüşüm güzel bir olaydır. İş nerede çığırından çıktı dersiniz? Tabi ki 10marifet sitesini incelemeye başladığım zaman. Biraz Derya Baykal vari bir oluşum olmasına rağmen, 348984 sayfada bir güzel fikirler çıkabiliyor. Neyse, işte böyle boş boş dolanırken çok ilgimi çeken bir şey buldum. Malzemelerini tedarik ettiğim anda işe koyulacağım ve ne olduğunu ancak başarılı olduğum zaman açıklayacağım ki sonradan ''noooldu senin ... işi?'' diye geyikler dönmesin. Ha bir de sakın bunları evde denemeyin.

Saturday, July 30, 2011

Ölümden Nasıl Döndüm

Merhaba. Bildiğiniz gibi Mersin/Akkuyu'daki nükleer karşıtı kamptaydık, 6 gün orada kaldık ve döndük. Kamp boyunca, Mersin'in eşi benzeri bulunmayan sıcaklığı nedeniyle, her gün kafamıza güneş geçti ve ter bezlerimiz yoğun bir egzersize tabi tutuldu. Deniz sıcaklığı yaklaşık 60 derece olduğu için yüzmek de pek bir işe yaramadı. Sıcaktan fırsat bulduğumuz zamanlarda köye gittik, tek tek her kapıyı çaldık, zaten bizi geçen sene kurduğumuz güneş panellerinden tanıyorlardı. Güneş panellerini kurarken çektiğimiz belgeselin gösterimini yaptık, nükpirin dağıttık. Ama kampa yine benim salaklığım damgasını vurdu. Yıllardır beni bir kez bile ısırmayan, dost bildiğim sivrisinekler, Mersin'de kafayı yedi ve her yerimi ısırdı. Ben de bu nedenle her gün ilk yardım çantasındaki kremleri sürdüm. Son gece yine ilk yardım çantasını alıp bir kenara çekildim ve içinde tentürdiyot olduğunu düşündüğüm, ama aslında amonyak olan şişeyi açıp kokladım. Koklamamla beynimin erimesi bir oldu. Bazıları ''beyne tazyikli su verilmesi gibi bir duygu'' diye tanımlıyor fakat bana göre beynimi çıkardılar, bıçakla paralel çizgiler halinde kestiler, sonra iğneler batırdılar ve kafama geri yerleştirip üstüne bir şişe kolonya boşalttılar, nefesimkesildi.Ciğerlerime hava doldurmaya uğraşırken ''böyle de ölünmez ki ama ya'' diye düşünmeye nasıl vaktim oldu bilemiyorum. İyileştikten sonra toplu olarak Özay'a bu konudan bahsetmeme kararı aldık. Ben bir yandan google'a ''amonyak koklamak'' falan yazarken, bir yandan da Özay'a ''facebookta takılıyorum numarası'' çekmek zorunda kaldım. Aklımda acaba ölecek miyim sorusu varken, bir yandan Can Gölpınarlı'nın kimle sevgili olduğuna bakıyordum bağrım yana yana. En sonunda google 48 saat içinde ölebileceğimi söyledi, ben de Özay suçluluk çekmesin diye gidip olayı anlattım. Özay uyumamam gerektiğine karar verdi, ben de Özay ve Hasan'ın bana baktığını düşünerek huzurla sırt üstü uzanıp yıldızları seyrettim. 4 saatlik bir astronomi seyri sonunda Özay ve Hasan'ın horlamakta olduğunu fark ederek uyumaya karar verdim. ''Saatimi kurayım da gece uyanıp ölmüş müyüm diye kontrol edeyim'' dedim ama kurmama gerek kalmadı. Biyolojik saatim tam bir çalar saat gibi işleyerek her rüzgar estiğinde beni uyandırdı ve yaşıyor muyum diye kontrol etme şansım oldu. Şimdi anketlerde sorulan ''have you ever had a near-death experience'' sorusunu gönül rahatlığıyla yanıtlayabilirim. Bu kadar maceradan sonra herhalde herkes aynı fikirdedir: KURDURTMAYACAĞIZ!

Monday, July 11, 2011

Fatura Şiiri

Merhaba, bugün içinde bulunduğumuz durumu anlatmak için bir şiir yazdım. Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bir gündeyiz...


Eski yuvamızda
Rutubet her yandaydı
Tavan, zemin ve kapı
Rutubet her yeri sardı.

Aradık ve taradık
Yeni bir eve çıktık
Eğitim mahallesini
Neş'emizle biz sardık.

Güzel evimizde
Yaşıyoruz çok kişi
Teras, mutfak ve banyo
Seviyoruz bu evi.

Ama kara bulutlar
burada buldu bizi
faturalar birikti
düşünmediydik bu işi.

Gaz ısınma ve suyu
Aylarca ödemedik
Paraları savurduk
Faturayı unuttuk.

İgdaş Ayedaş ve İski
Buldu evin izini
Şimdi ne yapacağız
Bok içinde yüzenzi.

Friday, July 8, 2011

Yaz başlayınca, içgüdüsel olarak işe girdik!

Merhaba! Ben geçen hafta yeni bir işe başladım. İş ararken kendimi böcek gibi hissediyorum. Gidip iş görüşmesi yapıyorsun, giydiğin şeye, saçına, çorabına falan dikkat etmek zorundasın. Ben de bu prezantabl görünme işini bir türlü beceremiyorum. Yani bana kalırsa ben aşırı prezantabl bir insanım fakat 'onlara' göre pek de öyle değil işte. Ayrıca çok geriliyorum iş görüşmesinde, benimle görüşen kişinin her zaman kendini benden çok çok üstün gördüğünü hissediyorum, çoğunlukla öyledir zaten ama gereksiz bir şekilde 'bu görüşme benim için hiç de önemli değil' imajı çizmeye çalışıyorum. Tabi 'öyle değilse neden buradasın gerizekalı' deme hakları da olduğu için, salak gibi kalıyorum. Bir de alınmak istemediğim işler var, can sıkıntısından bir bankaya başvurduğum olabiliyor mesela, ya da bir call centre'a. Sonra beni aradıkları zaman da ''Haa.. öyle mi yapmışım? Yok ben aslında istemiyorum'' deyip kapatıyorum ve sonra da oralarda çalışmadığım için çok mutlu oluyorum. Geçenlerde Çiğdem bir işe başvurdu ve başvurduğu yerden ses çıkmadı uzun süre. Daha sonra bu şirketten birileri Çiğdem'den yaz dönemi için yardım istedi ve o da reddetti. Telefonu kapattıktan sonra da o şirketi batırmış, herkesin ağzına sıçmış gibi hissetti. Benimki de böyle bir şey sanırım. Neyse, Af Örgütü'nde yüz yüzeye başladım. Kadına yönelik şiddete son kampanyasından bahsederken ''Biz de eve Moldovyalı bir kadın aldık yardımcı olması için. Hiç Türk kadınları gibi değiller, hizmetini güzel veriyor, eğlenmesini de biliyor, seksüel keyfini de ihmal etmiyor'' diyebilen insanlarla karşılaşıyorsunuz hiç olmazsa. Beyniniz ne alakası var ya diye düşünmeye başlamadan, bir bakmışsınız ki çok şaşırmışsınız ve gülmek için bilmem kaç tane kasınız kasılmış bile. Bir de bunu Fransız Konsolosluğu önündeki Fransızca programı inceleyen, gayet kültürlü ve aklı başında bir adamdan duyunca tadından yenmiyor. Tabi bu işler bir süre sonra beyninizi de yakabiliyor, dikkatli olmak lazım. Zira dün Hasan adlı arkadaşım odaya ''Kadına hayır!'' diye bağırarak girdi!

Friday, June 24, 2011

Kriz Masası

Merhaba. Takip edenler bilir, son dönemde çok büyük bir buhran içindeyiz. Nedeni ise bir zamanlar sevip, güvendiğimiz ev arkadaşımızın bizi sırtımızdan vurması. Evet, Vivienne'den bahsediyorum. Bize inat olsun diye ev bulmasına ve orada kalmasına rağmen, evimizi terk etmiyor ve sadece eşyalarını burada tutuyor. Ben de her gün 'acaba eşyalarını camdan mı atsam, kapının önüne mi koysam, bavuluna mı kussam, gelince kapının arkasına saklanıp ensesine mi şaplatsam' diye düşünüp saçma sapan planlar kuruyorum. Eğer 2 hafta daha kalırsa, akli dengem bozulabilir, cinnet geçirip evdeki herkesi terastan atıp kafama bir kurşun sıkabilirim. Mutlusel'in fikri de anahtar deliğinden biber gazı sıkıp kaçmak. Gördüğünüz gibi hepimiz delirdik sayın okuyucular. Bir tek Beril garibim böyle planlar kurmuyor, o da Vivienne'le pek diyalog içerisinde olmamasından dolayı olabilir.
Eğer siz de bizim halimize acıyanlardansanız, şikayetlerinizi Government of Germany'ye iletebilirsiniz: http://www.bundesregierung.de/Webs/Breg/EN/Homepage/home.html

Wednesday, May 18, 2011

Avrupa Birliği Giriş Sınavında Nasıl Sıfır Çektik?

Merhabaa! Görüyorum ki vize döneminden beri hiçbir şey yazmamışım. Bu dönem boyunca ne çılgın proceler, ne sansürler döndü, ne düdükler öttürdük mitinglerde, bir sürü şey oldu. Ama asıl daire 7'de neler oldu? Şimdi birlikte bunları inceleyelim. Öncelikle evimize yeni bir isim geldi; Beril Duruk. Bu arkadaşımız evimizde 4. bir oda olmadığından bir perdenin ardında yaşıyor. İlk günlerde perdesi yetişmediği için salonun ortasına kurduğu küçük oda sahnesiyle evimize bir devlet tiyatrosu havası vermişti. Perde takıldıktan sonra da tam oldu; arada perdeyi açıp oyun falan sergiliyor. Kendisiyle iki günde kaynaştık, hemen sarhoş olup facebook duvarlarımıza Müslüm Gürses şarkıları yazmaya başladık. Siz de kendisiyle tanışmak isterseniz, bizim eve buyrunuz.
Son günlerin en çarpıcı olayı ise, Facebook hesabımın hacklenmesi. Hacker arkadaş çok vatansever olduğu için de profil fotoğrafımı Türk bayrağı ile değiştirmiş, ama bayrağın önünde dağ gözlüğü ile poz veren anime bir karakterin olması işi biraz berbat etmiş. Gözlüğün camlarına Türk bayrağı yapıştırılmasıyla biraz kurtarmaya çalışılmış ama bu anime karakter Digimon'dan fırladığı için yine başaramamış. Bence otomobil plakalarının sol köşesine Türk bayrağı yapıştıranların bile daha iyi bir imajı var.
Bunun dışında muhteşem semtimizin altından bir metro geçtiği için 2 gün sularımızı kestiler. Metroya bineceğiz diye evimiz bok koktu. Bir de Almanyadan misafirlerimiz var, çok Avrupa gördükleri için 1. günün sonlarına doğru isyan bayraklarını açıp yüzme havuzuna gitmek zorunda olduklarını bildirdiler. Kurdukları salak alakayı bizim Türk kafamız pek algılayamadı. Zaten Avrupalı oldukları için 'sizde süt var mı, öpüşsek ne olur, domuz eti var mı burada' gibi saçma sapan sorularla ilk günden triplerini atmaya başladılar. Biz de ''öpüşmek yasak, burası seks evi mi'' diye çıkıştık tabi ki. Sonra da Beyoğlu'na gittiler ama sevgilileri artık yan yana oturtmuyorlarmış, karşılıklı bakıştılar. Nasıl rezil olacağımızı şaşırdık.

Tuesday, April 5, 2011

Her dönem iki kere vuran gerçek: sınavlar

Merhaba. Uzun süredir sizden ayrı kalmış olmamın nedeni, internet sitelerini engelleyen amcanın benim bilgisayarımda blogspotun yasağını kaldırmayı unutmuş olmasıydı. Sanırım vize dönemi olduğu için blog yazmayı düşünmeyeceğimi zannetti ama yanıldı. Zira vize döneminde vizeler hariç her şeyi düşünüyorum galiba. Yarın 2 adet sınavım varken, benim canım hiç 17. veya 18. yüzyıla çalışmak istemiyor, 19. da olsa istemezdim. Canım festivallere gitmek, bira içmek, yeni yeni şarkılar dinlemek, uçurtma yapmak ve daha nicesini istiyor. Hafta sonu bademciğimize denk getirmek üzere ağzımıza eden çeviri sınavına çalışıyorken, birden kendimi İstanbul'daki daha önce gitmediğim müzelerin listesini çıkarırken buldum. Sonra bir bakmışım gay forumlarında geziniyorum, en son Mutlusel uyardığında zemzem suyunun müthiş sırrı isimli haberden, ünlülerin gerçek isimlerine geçmek üzereydim. Bakın, işte yine Güneş Kral adıyla bilinen 14. Louis'in ne işler çevirdiğini öğrenmem gerekirken, blog yazıyorum. Allah belamı versin.

Sunday, February 27, 2011

''You also couldn't get up? So let's have some Adana with tırnak pide!''

Selamlar. Onlarca sahte gülüşten, el sıkıştan sonra nihayet bir ev arkadaşı bulduk birkaç hafta önce. Kendisi de bizim kafadan. Maziden bir örnekle açıklayacak olursak; geçen sene Fransızca dergilerden bir konu seçip, Türkçeye çevirmemiz gerekiyordu ve bunu tamamlamak için birkaç ayımız vardı. Doğal olarak son gün oturup oflaya puflaya yaptık Mutlusel kızımız ile. Benim konum Meksika Körfezi'ndeki petrol felaketi olduğundan biraz da eğlenceliydi, itiraf edeyim. Her neyse, biz yaptığımız çevirilerin çıktısını almaya üşendiğimiz için teslim edemedik. Daha sonra ek süre istedik bir şekilde, yine götürmedik. Hadi götürmedin, bari mail at. Onu da yapmadık. Biraz üşengeçliğimizden, biraz unutkanlığımızdan dolayı böyle salak bir olay geçti başımızdan, bunu ileride ''yaa, biz işte böyle çılgındık'' diyerekten torunlarımıza anlatmalı mıyız? En iyisi o yaşta hala biraz çılgın olmak, böylece popomuzdan hikayeler uydurmak ve var olan salaklıklarımızı modifiye ederek manyaklıkmış gibi anlatmak zorunda kalmayız.
Her neyse, işte bu Vivienne adlı kızımız da aynen bizim gibi, her gittiği yerde pasaportunu, cüzdanını, çantasını kaybeden; ''bana anahtar bırakın'' deyip, bırakılan anahtarı almadığı için bizi kapılarda bırakan; her cümlesine ''Ooh, I forgot..'' diye başlayan bir arkadaşımız. Genelde bizim sabah olarak nitelendirdiğimiz, normal insanların ise ikindi, akşam gibi kelimelerle betimlediği saatlerde mutfakta buluşuyoruz ve ''you also didn't go to school?'' kelime dizimiyle suçumuzu hafifletmeye çalışıyoruz, zira kimse kalkıp okula gitme zahmetiyle haşır neşir olmamıştır.
Hayatımıza Erasmuslu biri gelince biraz olsun ilginç tipler oluruz diye düşünmüştük ama hala en büyük hobimiz mutfakta sipariş ettiğimiz adanaları yemek. Yemek sepetine not olarak ''İkramlarınızı bekliyoruz, tırnak pideyi bol koyarsanız seviniriz. Biber yerine bulgur pilavı ve soğan istiyoruz'' yazıyoruz, inanır mısınız?

Friday, January 21, 2011

Les Duplexiennes

Merhabalar, artık daire 5 olarak değil, les duplexiennes olarak karşınızdayız. Bir haftadan fazladır yeni evimizde olmamıza rağmen henüz yazabiliyorum sizlere.
Öncelikle taşınmamıza yardım eden, çamaşır makinemizi sırtlarında taşıyan, üçlü koltuğumuzu sokakta bırakma fikrine karşı çıkıp, isyanın gücüyle kendisini sırtlayıp 3 kat yukarıya taşıyan, daire 5'teki rutubet tabakasına anahtarıyla 'MUTLUSEL' ismini kazıyan arkadaşlarımıza yardımları için çok teşekkür ederiz.
Sürekli yeni evimizi övüp duruyoruz, duvarlarımızı öpün diyoruz. Farkındayız, çok gıcık olmaya başladınız. O zaman size bu bebeğin kötü yanlarından bahsedeyim birazcık da. Öncelikle evde kim var kim yok anlayamıyoruz (hay allah), merdivenden yukarı veya aşağı bağırdığımızda sesimizi duyuramadığımızdan, ses tellerimiz koptu kopacak. Terasımız çok soğuk olabiliyor. Gömme dolap açılıp kapandığında, yan odadaki Mutlusel'in uykuları bölünüyor. Hangi ışık açık, hangisi kapalı, kontrol etmek çok zor. Eğer anahtarımız veya telefonumuz kaybolduysa, 3 gün arasak bulamıyoruz.
Ama yeni evimiz çok güzel, bekleriz.

Tuesday, January 11, 2011

Kiss my walls!

Selamlar, bugün hem üzücü hem de mutlandırıcı bir haberle karşınızdayız. Daire 5'te yaşamak imkansız hale geldiğinden, taşınmak zorunda kalıyoruz. Yani artık blogumuzun ismi daire 5 olmayacak. Neyse, bunu sonra düşünürüz.
Bir dahaki karşılaşmamızda bize iyi bakın, hayatınızda kaç kez dubleksi olan insanlarla konuşuyorsunuz ki?! Kapalı terasımızı hobi odası olarak kullanmaya başlayacağız, bunun için bir an önce hobi edinmek zorundayız. Bahsettiğim gibi hobi tehlikeli zanaat, milyonlar döktükten hemen sonra sıkılabilir, sıkıldığınızı kendinize bile itiraf etmeye utanabilirsiniz. Terasa şimdilik dartımızı koyarız, ben de allahtan biraz resim yapıyorum da kurtarıyoruz olayı. Mutlusel de boks kulübüne yazılıp hiç gitmemiş de olsa, onun için de bir kum torbası düşünülebilir.
Ayrıca el diyarlardan bir arkadaşımız da bizimle yaşayacak, biz bu Erasmus arkadaşımıza şimdilik Lisa veya Stefanos diyoruz.
İşte böyle, biz 3 gündür eve gidip boş duvarları öpüyoruz, yerleri yalıyoruz, mutfak dolaplarına tırmanıyoruz, tezgaha uzanıyoruz. Umarız en kısa zamanda siz de gelip duvarlarımızı öpersiniz.