Friday, August 27, 2010

Daire 5'te Tadilat!




Daire 5'ten selamlar. Bugün bize gelmeyi düşünüyorsanız, lütfen bir kez daha düşünün, çünkü evimizde tadilat var. Daha doğrusu Mutlusel'in odasında olan biten her şey. Sabah tulumunu giyip gelmiş olan Çiğdem'e kapıyı açtığımızda, ''boyacı geldii'' dedi. Evet, Mutlusel'in odası boyanıyor şu an. Birazdan yükleyeceğim Mutu'nun boya yaparkenki resmine aldanmayın, yok öyle bir duvar boyama. Michelangelo bile Sistine Chapel'de böyle artistik şekillere girmemiştir. Bu kıza söylenmesi gereken, önce bir ampulünü değiştirmesi gerektiğidir.
Mutu kullanmadığı eşyaları atacağını söyleyince, hemen bir spotçu bulup aradım, gelip alır mısınız bunları demek için. Adam bana başka bir numara verdi, Nuri yönlendirdi derseniz yardımcı olur dedi. Aradığım adam sesimi duymadığı için, odanın ortasında ''NURİİİ, NUUURİ'' gibi farklı tonlamalarla nurilemeye başladım. İşte bu iletişim kopukluğu büyük bir eziyet gerçekten.
Ben bu satırları yazarken, boyacılarımız küçük bir kaçamak yaparak makarna yapmaya başladılar. Çiğdem gelip gelip, 'boyacılar bu odayı kaç saatte boyadılar acaba' tarzındaki sorularla, boyacılarla empati kurmaya çalışıyor. Kendisini bir hüzün kapladı, şu boyacı imajını üzerinden atması lazım, kendi sağlığı için. Veya boyayı fazla solumuş da olabilirler. Zira odada 'Afrika müzikleri' çalıyor. Bu cümleden de kültürsüz odunlar olduğumuz anlaşılmıştır herhalde, vuvuzeladan başka bir şey bilmiyoruz sanırım. Onun da modası geçti zaten.

Thursday, August 19, 2010

'Sıcak' üzerine bir nefret yazısı

Şu sıralar, geçtiğimiz aylarda Ankara'dan İstanbul'a gelip bende kalmış olan kuzenim için ne kadar gereksizce üzüldüğümü düşünüyorum. O gelmeden önce havalar gayet iyiyken, o geldiği anda yağmur başlamıştı ve o gidene kadar da dinmemişti. İşte bu iğrenç havalardan her bunaldığımda aklıma o 3 gün geliyor, keşke o günlere dönebilsek. Domuz gibi terlemezdik.
Sıcaktan nefret ediyorum arkadaşlar, hem de baya nefret ediyorum; öyle böyle değil. Bunu şu an çok sıcak olduğu için söylemiyorum. Kışın hep yaz gelecek korkusuyla yaşadığım gibi, ilkbaharı da yazın habercisi olduğundan hiç sevmem. Havalar azcık ısınmaya başlasın, içime bir korku dolar.İşte ben yazdan böyle nefret ederim. Denize gireyim, kumlarda yuvarlanayım, güneşte esmerleşeyim gibisinden isteklerim de olmadığından, yaz benim için daha da büyük bir eziyet olup çıkıyor anlayacağınız.
Daire 5'te yazlar çok fena geçecek gibi.Ne sıcağı olduğu belli değil, dışarısı bu kadar sıcak değil örneğin. Geceleri uyumak imkansız, vantilatöre kıçınızı dayamaya kadar gidiyor bu eziyetin sonuçları. Vantilatörün karşısına geçip saçma hareketler yapmak sadece kıçınızı oraya çevirmek değildir elbette, koltukaltlarımızı, ensemizi, hatta dilimizi bile ritmik hareketler eşliğinde serinletiyoruz bu yöntemle. Gece uyuyamadığımız için facebook'u piksellerine ayırarak inceliyoruz oturma odasında. Günde 10 kez duşa giriyoruz ama çıktığımız anda kuruyoruz tabi ki. Buna hangi şampuan, hangi sabun, hangi su dayanır? Üstünüzden çıkaracak herhangi bir kumaş parçası kalmadığından derimizi yüzmek istiyoruz. Uyumamız da çok canice oluyor haliyle, artık daha fazla terimizle uğraşamayacağımızı anlıyoruz, yani vücudumuz anlıyor, daha fazla facebooku inceleyemiyor gözlerimiz, daha fazla vantilatörün dibine dibine kaykılamıyor kaslarımız, göz kapaklarımız bile terden yapış yapış olmuş oluyor ve beynimiz hata verip baygınlık geçirircesine uyuyakalıyoruz. Bu uyuyakalış hali, taşın üstünde, pencere kenarındaki masada, koltuğun kenarında olabilir. Ben genelde bacaklarım koltuğun kolçağından sarkar halde uyuyakalıyorum, minderleri üst üste koyup başımın altına yastık niyetine koyuyorum ve ağzımı açık buluyorum uyandığımda. İşin kötüsü uyanmamız da sıcaklardan dolayı oluyor sanırsam. İyi terlemeler...

Sunday, August 8, 2010

Ahlak Polisi Giresunlu Emmi

Merhaba canlarım. Birkaç gündür Yağmur ve Buğra bizdeydi, bu ikisi ihtiraslı bir aşk hikayesinin baş kahramanları bu arada. Benim de aşk hayatım oldukça ihtiraslı olduğundan, Mutlusel daha fazla dayanamayıp 'evde çift eksik olmuyor, bir de yedek getirdik' diyerek çirkefleşmeye başladı. Mutlusel'e buradan 'bana bir koca lazım' adlı parçayı hediye ediyorum.Trivial Pursuit oynarken de çiftler olarak takım olmamız, Mutlusel'in yalnızlığıyla bir kez daha başbaşa kalmasına neden oldu.Bu nedenlerden dolayı iyice kafayı sıyıran Mutu, çareyi kadınlar plajına gitmekte buldu. Sonra da utanmadan erkekler plajıyla umutsuz ev kadınları plajını ayıran brandanın deliklerinden er kişileri dikizleyip, ''erkeeeeek'' diye bağırıp kaçtığını açıkladı.
Evdeki hareketli hayatımızı kıskanan üst komşumuz, bugün bizi ziyaret eden Şeyma adlı arkadaşımıza, ''Bu ev 2 kişi tutulmuştu, şimdi kimin girip çıktığı belli değil'' diyerek sitem etmiş. Ben de kendisiyle kavga etmek için en pis halimi takınıp tam bir gangaster gibi evine gidip yakasına yapışmayı aklıma koydum. Fakat ahlaktan sorumlu bu beyefendinin karısı, insan olmadığından, kapıyı açmadı. Sonra kendisini bakkalda görüp aklımdaki şeyleri birer birer söyledim, bunu yaparken tek elim belimdeydi, diğer elime ait olan işaret parmağımı da burnuna doğru sallıyordum. Akşam kapımıza gelen bu yaratık, aslında ahlak bekçiliği yapmadığını açıklamak için, ''ben apartmanımıza bomba koymak isteyenlere karşı dikkatli davranıyorum sadece, Allah korusun, böyle şeylerle sıksık karşılaşıyoruz'' dedi. En azından biz öyle anladık, çünkü konuşmasını anlayabilmek için birkaç dil biliyor olmak gerekiyor en azından. Nereye sık sık bomba konuyormuş, bizim dandirik apartmanımıza neden bomba konmak istensin, bunları anlayamadık. Sonra da asıl bizim ondan korkmamız gerektiği sonucuna vardık. Neyse, Allah korudu da etrafta bomba türü herhangi bir şey olmadığını bir-iki kez sağa ve sola bakarak kavradık. Oysa ki bir an Şeyma'dan şüphelenmiştik.
Bugün bir referandum gerçeğiyle karşılaştım. Çalışırken kadının teki, 'sen referanduma evet mi diyeceksin yoksa hayır mı? Ona göre seni dinleyip dinlememem gerektiğine karar vereceğim' diyerek kötü kötü baktı suratıma, pis pis de sırıtmaktaydı. Ben de bunun kişisel bir görüş olacağını ve yaptığım işle hiçbir alakasının olmadığını açıkladım. Fakat kendisi çok ısrar edince cevap vermek zorunda kaldım. Şıkları aklımda eledim; hayır/evet/yetmez ama evet/boykot. Sonra da cevap verdim. Cevabım hoşuna gidince de destekçi oldu. Adresini verirken de ''Namazgah sokaaak. Hahahaaayt, çok dinibütün bir mahalleyizdir, sokağın ismine bak ayol, hay allah'' diyerek dini görüşünü de açıklayarak beni büyüledi. Gerçekten etkilendim.
''Bizim kızı da yazdıralım, bizim oğlanı da götürelim, bizim çocuğu da oraya verelim, bizimkinin onlardan ne eksiği var '' düşünce biçimini hayat felsefesi olarak kabul etmiş aile babalarına bayılıyorum. Bugün onlardan bir tanesi, 7 yaşındaki kızını destekçi yaptı. Ayrıca belirtmeliyim ki, bu 7 yaşındaki kızın bir hotmail hesabı da vardı. Farmville, Barbie çiftlikte, Ken'in Mercedes'i, Power Puff Girls mailleri arasından Greenpeace Akdeniz bültenini ayırt edemeyecekler kuşkusuz, ona yanıyorum. Sonra da bizi arayıp bültenleriniz gelmiyor diye bir yığın sorun çıkaracaklar.

Monday, August 2, 2010

Diş

Merhaba. Mutlusel geldi. Kapkara olmuş, görmek isterseniz bize gelin.
Bugün dişim çok ağrıyor, diş hekimi arkadakileri de porselen yapalım dediğinde terslemiştim kendisini. Keşke terslemeseymişim. Ağrıdan geberirken kafamdan bir sürü şey geçti, dişime ettiğim küfürler arasından seçebildiklerimin kimi, kaçıncı yüzyıldayız, hala diş ağrısı diye bir şey var tarzı sitem cümleleriydi. Gerçekten, adamın kolundan aldıkları dokuyla penis falan yapıyor bu insanlar, bir de diş ağrısına bir şey bulsalar ya. Bence yapılabilir, ama o zaman da dolgu, kanal tedavisi, porselen, köprü, kaplama, protez, diş temizletme, diş çektirme, diş fırçası, diş macunu, diş ipi, gargara, diş beyazlatıcı ve benzeri milyonlarca şeye talep olmazdı.
Mükemmel bir mekanizması olduğu idda edilen insandan daha mükemmel şey köpek balığı. Dişleri habire dökülüp yenileri çıkıyor, daha sağlıklı bir şekilde. Köpek balığı olmak için her şeyimi verebilirdim şu an.
Türk olduğum için olsa gerek, çenem kopmadan dişçiye gitmeyeceğimi idda ediyorum.