Wednesday, January 11, 2012

Fransız Konsolosluğu, neden böyle yapıyorsun?

Merhaba. Uzuuun süredir vize almam gerekmemişti, ne berbat ve gereksiz bir uğraş olduğunu hatırladım bugün; zira Fransa için vize randevuma gittim. Fransız Kültür Merkezi'ni bilirsiniz; gayet şirin, güzel bir yer, mediatheque falan. İşte olay vize olunca, hiç de öyle şirin değil. Aaaarkadan dolaşıyorsunuz ve bodrum gibi bir yere giriyorsunuz, birden kulaklarınızdaki Edith Piaf'lar falan siliniyor, karşınıza öğrenci işleri gibi bir yer çıkıyor, belki daha da fenası. Asık suratlı insanlarla konuşmak kadar sinir bozucu bir şey yoktur herhalde. Gerçi konuştuğun insanla aranda bir cam olursa ve mikrofonla konuşmak zorundaysan belki asık suratlı olman doğal olabilir, ya da o cam olmasa her an karşınızdakine iki tane çakabilirsiniz, gerçi camı çerçeveyi indirmek de var. Gerçekten de ''3. sınıfa gelmişsin, hala doğru düzgün form doldurmayı bilmiyorsun'' cümlesini duymayı hak etmemiştim. İşlerimi halledemeyince Campus France diye bir şeyden kayıt yaptırmam gerektiği ortaya çıktı, koşa koşa oraya gittim. Yan odadaki sınıftan gelen ''merci Ayşe bravo'' sesleri arasında 150 tl ödedim vizeci kadın kadar uyuz olan Campus France'çı kadına. Bir de sanki 150 tl ödememişim de hayır işi yapıyorlarmış gibi davranınca o anda bile Campus France'ın ne olduğunu bilmediğimi, bunu niye yapmam gerektiğini anlamadığımı açıklamak durumunda kaldım. Okul bittikten sonra ne yapmak istediğimi sorunca da pastane açacağımı söyledim, kendisinden gelen cevap ''sen benle dalga mı geçiyorsun?'' oldu. ''E madem öyle, sallayın bir şeyler'' deyince anlaştık. Kampüs Fğans kafası böyle bir şey demek. Kadının klavyesinin Fransızca olması ve benim bu klavyede noktayı bulamamış olmam kendisini iyice çileden çıkardı. Öyle böyle, bütün işleri hallettikten sonra bile aslında halledememiş oldum Fransa'dan gelmesi gereken belgeler bir türlü gelmediği için. Çok tuhaf kafalar, sadece birbirleriyle anlaşabiliyor bu vizeci insanlar. Benim ağzıma sıçarken bir yandan da camın ardında birbirlerine ''oh cherie tais toi quoi'' diye şımarıyorlar. En son öğrenci işleri tipi mekandan çıkarken güvenlik şimdi hatırlayamadığım bir sebepten ötürü ''size şimdi kızayım mı mademoiselle?'' diye bir soru yöneltti, '' éh ben quoi alors putain, e kız bari'' deyip orayı terk ettim ertesi gün tekrar ziyaret etmek üzere. Hayır, insanlar böyle böyle ırkçı oluyor işte diyeceğim o da olmayacak, sana ırkçılık yapan insan da Fransız değil ki. İşte orada anlıyorsunuz Erasmusmuş, Schengenmiş, bunların hepsinin gerizekalıca boş işler olduğunu. Allahtan sonradan İstiklal'de yürürken habire bana deniz mavisi lens hediye etmek isteyen ve düzgün bir delikanlıyla tanışıp ikiz çocuk sahibi olmamı arzulayan deli arkadaşımı gördüm de, normal bir insanla konuşmuş oldum.

Tuesday, November 8, 2011

Kurban Bayramı Etkinlikleri

Merhaba. Yine bir kurban bayramı geldi. Biz de bunu evde olabildiğince değerlendiriyoruz. En çok bayram havasına giren Beril ve Camille oldu ne hikmetse. Beril bayramın ilk günü 8'de uyanıp bayram temizliği yapayım demiş. Yıllardır içinde biriktirdiği temizlik hırsı nedeniyle ne bulduysa makineyle çekmiş, makine bozuldu. Makineyi açınca içinden çoraplar, bandana falan çıktı. Sonra da aldığı bayramlıkları giyip saçını kestirmeye gitti. Camille de bayram tatilinden yararlanıp güzel Anadolu'muzun güzel yerlerine gitti, şu anda Rize, Trabzon ya da Artvin'de (ne fark eder hepsi güzel!) Bize gelince... Mutlusel ve ben bayram sabahlarına bayıldığımız için, sabahı görmeden uyumuyoruz. Bayram sabahlarının o masum, ışıl ışıl havasını yakalayıp, sabah 6 gibi uyuyoruz. Sonra da akşam 6'de uyanıp kahvaltı yapıyoruz. Şahsen uyandıktan 5 dakika sonra da benim hayatım bitiyor zaten, o yüzden galiba erken uyanmaya pek gerek yok. Maillerimi kontrol edip, facebooktan gelen mesajları cevaplandırıp, haber okuyup, kahve içtikten sonra yapacak pek bir şey kalmıyor. Biraz kitap uyuyup geri okumaya mı gitsem? Hay allah, sıraları da karıştım.

Friday, September 2, 2011

2011 Tatil Rehberi (Dudullu)

Merhaba. Biliyorsunuz yaz geldi, ben de bu yaz müthiş bir ortadoğu kenti olan Dudullu'nun güzelliklerini görmek için sırtımda backpackimle yola koyuldum. Bildiğimiz ya da bilmediğimiz gibi Dudullu 2 bölgeden oluşuyor: Aşağı ve Yukarı Dudullu. Güvenlik sebebiyle Yukarı Dudullu'yu tercih etmenizi öneriyorum.

Öncelikle İETT'nin Dudullu'ya her gün seferi olduğunu belirtmek isterim. Kadıköy'den kalkan körüklü otobüsler aracılığıyla Dudullu'ya gidebilirsiniz. İmkanınız varsa önceden rezervasyon yaptırmanızı öneririm, zira otobüslerde ayakta bile yer bulamıyorsunuz. Yolculuk yaklaşık 3 saat sürecektir. Dudulluluların çocuk sevgisi daha yolculuk sırasında anlaşılıyor, her kadının kucağında en az 4 çocuk olduğunu gözlemleyeceksiniz. Bütün bu çocukları aynı koltuğa oturtarak adeta bir sivil itaatsizlik örneği sergiliyorlar.

  • Dudullu'nun dokusu bizim Fikirtepe'ye çok benziyor aslında. Yabancılara karşı biraz kapalılar, size tip tip bakacaklardır. Bu durumu en aza indirgemek için, kapalı ve renksiz kıyafetler tercih etmelisiniz.

    Yukarı Dudullu'ya vardığınızda kalacak bir yer bulmanız gerekiyor. Konforunuza düşkünseniz Betül Acar'ın evinde konaklayabilirsiniz. Alt kattaki anneanne servisiyle size daima en leziz yemekleri sunacaklardır. Evin ayrıca büyük bir kütüphanesi ve sınırsız internet hizmeti de bulunuyor. Modeminizi getirmeniz karşılığında. Sizin için hazırlanmış dolapta çeşitli içkiler de var, yok değil (aman kimseye söylemeyin).

    Yerleştikten sonra biraz etrafı gezebilirsiniz. Dudullu sokaklarında yürürken buradaki insanların hayvan sevgisine şahit olacaksınız. Her çatıda en az 2 köpek bağlı, bir de balkonlarda yer yer kartal hayvanının heykeli görülüyor.

    İMES sanayi sitesi de Dudullu'da bulunuyor. İç içe geçmiş cami ve fabrika motiflerini barındıran İMES sanayi sitesi logosu karşısında büyüleneceksiniz. Sanıyorum ki burada rönesans ve sanayi devrimine gönderme yapılmış.

    Ve yorucu bir günün ardından eve dönme vakti geldi. Tekrar 20D'ye bineceğim için içimde bir heyecan... Çocuklar ağladıkça anneleri onları dövüyor, anneler dövdükçe çocuklar ağlıyor. İşte böyle bir curcuna içinde Fikirtepe'ye dönüyoruz. Sanki hiç gitmemişiz gibi...

    Ha, soranlara Dudullu demekten çekinenler için ipucu: Ümraniye'deydim diyebilirsiniz, kötünün iyisi sayılır.



Saturday, August 20, 2011

kendi düşen ağlamaz

DİKKAT. BU YAZI HOBİ FİKİRLERİ İÇERİR. HOBİ, ZARARLIDIR. UMUTLARINIZI YOK ETTİĞİ GİBİ CÜZDANINIZI SÖMÜRÜR.
Örnekleri için: http://dairebesinmaceralari.blogspot.com/2010/11/yeni-hobimiz.html
(Ayrıca ''biz bir şey çalmak istiyoruz ama ne olduğunu bilmiyoruz'' diyerek Karaköy'deki müzik enstrümanları satan dükkanlarda saatlerce gezdikten sonra tahta flüt almıştık. O flütler şu an odamızın en gizli ve tozlu köşelerinde yatıyor.)


Merhaba. Hobinin ne kadar zararlı bir şey olduğunu çok iyi bilen biri olarak, bir hobi edinme hevesine yine kurban gittim diyebiliriz. Önceleri çok masum hobi fikirlerim vardı, mevye kasalarından kitaplık yapmaya başladım. Biraz araştırınca meyve kasalarından masa, tepsi, raf vb bir çok şey elde edilebileceğini gördüm. Bunlar zararsız hobilerdir, dikkat etmenize gerek yok, masrafsızdır ve geri dönüşüm güzel bir olaydır. İş nerede çığırından çıktı dersiniz? Tabi ki 10marifet sitesini incelemeye başladığım zaman. Biraz Derya Baykal vari bir oluşum olmasına rağmen, 348984 sayfada bir güzel fikirler çıkabiliyor. Neyse, işte böyle boş boş dolanırken çok ilgimi çeken bir şey buldum. Malzemelerini tedarik ettiğim anda işe koyulacağım ve ne olduğunu ancak başarılı olduğum zaman açıklayacağım ki sonradan ''noooldu senin ... işi?'' diye geyikler dönmesin. Ha bir de sakın bunları evde denemeyin.

Saturday, July 30, 2011

Ölümden Nasıl Döndüm

Merhaba. Bildiğiniz gibi Mersin/Akkuyu'daki nükleer karşıtı kamptaydık, 6 gün orada kaldık ve döndük. Kamp boyunca, Mersin'in eşi benzeri bulunmayan sıcaklığı nedeniyle, her gün kafamıza güneş geçti ve ter bezlerimiz yoğun bir egzersize tabi tutuldu. Deniz sıcaklığı yaklaşık 60 derece olduğu için yüzmek de pek bir işe yaramadı. Sıcaktan fırsat bulduğumuz zamanlarda köye gittik, tek tek her kapıyı çaldık, zaten bizi geçen sene kurduğumuz güneş panellerinden tanıyorlardı. Güneş panellerini kurarken çektiğimiz belgeselin gösterimini yaptık, nükpirin dağıttık. Ama kampa yine benim salaklığım damgasını vurdu. Yıllardır beni bir kez bile ısırmayan, dost bildiğim sivrisinekler, Mersin'de kafayı yedi ve her yerimi ısırdı. Ben de bu nedenle her gün ilk yardım çantasındaki kremleri sürdüm. Son gece yine ilk yardım çantasını alıp bir kenara çekildim ve içinde tentürdiyot olduğunu düşündüğüm, ama aslında amonyak olan şişeyi açıp kokladım. Koklamamla beynimin erimesi bir oldu. Bazıları ''beyne tazyikli su verilmesi gibi bir duygu'' diye tanımlıyor fakat bana göre beynimi çıkardılar, bıçakla paralel çizgiler halinde kestiler, sonra iğneler batırdılar ve kafama geri yerleştirip üstüne bir şişe kolonya boşalttılar, nefesimkesildi.Ciğerlerime hava doldurmaya uğraşırken ''böyle de ölünmez ki ama ya'' diye düşünmeye nasıl vaktim oldu bilemiyorum. İyileştikten sonra toplu olarak Özay'a bu konudan bahsetmeme kararı aldık. Ben bir yandan google'a ''amonyak koklamak'' falan yazarken, bir yandan da Özay'a ''facebookta takılıyorum numarası'' çekmek zorunda kaldım. Aklımda acaba ölecek miyim sorusu varken, bir yandan Can Gölpınarlı'nın kimle sevgili olduğuna bakıyordum bağrım yana yana. En sonunda google 48 saat içinde ölebileceğimi söyledi, ben de Özay suçluluk çekmesin diye gidip olayı anlattım. Özay uyumamam gerektiğine karar verdi, ben de Özay ve Hasan'ın bana baktığını düşünerek huzurla sırt üstü uzanıp yıldızları seyrettim. 4 saatlik bir astronomi seyri sonunda Özay ve Hasan'ın horlamakta olduğunu fark ederek uyumaya karar verdim. ''Saatimi kurayım da gece uyanıp ölmüş müyüm diye kontrol edeyim'' dedim ama kurmama gerek kalmadı. Biyolojik saatim tam bir çalar saat gibi işleyerek her rüzgar estiğinde beni uyandırdı ve yaşıyor muyum diye kontrol etme şansım oldu. Şimdi anketlerde sorulan ''have you ever had a near-death experience'' sorusunu gönül rahatlığıyla yanıtlayabilirim. Bu kadar maceradan sonra herhalde herkes aynı fikirdedir: KURDURTMAYACAĞIZ!

Monday, July 11, 2011

Fatura Şiiri

Merhaba, bugün içinde bulunduğumuz durumu anlatmak için bir şiir yazdım. Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bir gündeyiz...


Eski yuvamızda
Rutubet her yandaydı
Tavan, zemin ve kapı
Rutubet her yeri sardı.

Aradık ve taradık
Yeni bir eve çıktık
Eğitim mahallesini
Neş'emizle biz sardık.

Güzel evimizde
Yaşıyoruz çok kişi
Teras, mutfak ve banyo
Seviyoruz bu evi.

Ama kara bulutlar
burada buldu bizi
faturalar birikti
düşünmediydik bu işi.

Gaz ısınma ve suyu
Aylarca ödemedik
Paraları savurduk
Faturayı unuttuk.

İgdaş Ayedaş ve İski
Buldu evin izini
Şimdi ne yapacağız
Bok içinde yüzenzi.

Friday, July 8, 2011

Yaz başlayınca, içgüdüsel olarak işe girdik!

Merhaba! Ben geçen hafta yeni bir işe başladım. İş ararken kendimi böcek gibi hissediyorum. Gidip iş görüşmesi yapıyorsun, giydiğin şeye, saçına, çorabına falan dikkat etmek zorundasın. Ben de bu prezantabl görünme işini bir türlü beceremiyorum. Yani bana kalırsa ben aşırı prezantabl bir insanım fakat 'onlara' göre pek de öyle değil işte. Ayrıca çok geriliyorum iş görüşmesinde, benimle görüşen kişinin her zaman kendini benden çok çok üstün gördüğünü hissediyorum, çoğunlukla öyledir zaten ama gereksiz bir şekilde 'bu görüşme benim için hiç de önemli değil' imajı çizmeye çalışıyorum. Tabi 'öyle değilse neden buradasın gerizekalı' deme hakları da olduğu için, salak gibi kalıyorum. Bir de alınmak istemediğim işler var, can sıkıntısından bir bankaya başvurduğum olabiliyor mesela, ya da bir call centre'a. Sonra beni aradıkları zaman da ''Haa.. öyle mi yapmışım? Yok ben aslında istemiyorum'' deyip kapatıyorum ve sonra da oralarda çalışmadığım için çok mutlu oluyorum. Geçenlerde Çiğdem bir işe başvurdu ve başvurduğu yerden ses çıkmadı uzun süre. Daha sonra bu şirketten birileri Çiğdem'den yaz dönemi için yardım istedi ve o da reddetti. Telefonu kapattıktan sonra da o şirketi batırmış, herkesin ağzına sıçmış gibi hissetti. Benimki de böyle bir şey sanırım. Neyse, Af Örgütü'nde yüz yüzeye başladım. Kadına yönelik şiddete son kampanyasından bahsederken ''Biz de eve Moldovyalı bir kadın aldık yardımcı olması için. Hiç Türk kadınları gibi değiller, hizmetini güzel veriyor, eğlenmesini de biliyor, seksüel keyfini de ihmal etmiyor'' diyebilen insanlarla karşılaşıyorsunuz hiç olmazsa. Beyniniz ne alakası var ya diye düşünmeye başlamadan, bir bakmışsınız ki çok şaşırmışsınız ve gülmek için bilmem kaç tane kasınız kasılmış bile. Bir de bunu Fransız Konsolosluğu önündeki Fransızca programı inceleyen, gayet kültürlü ve aklı başında bir adamdan duyunca tadından yenmiyor. Tabi bu işler bir süre sonra beyninizi de yakabiliyor, dikkatli olmak lazım. Zira dün Hasan adlı arkadaşım odaya ''Kadına hayır!'' diye bağırarak girdi!