Sunday, January 29, 2012

Kendine ait bir Mulhouse günü

Salut. Bugün Mulhouse'daki 3. günüm. Türkçem çok zayıfladı, kusura bakmayın hata yaparsam!
Neyse şımarıklığı bırakayım. Facebook'ta Özay Özer ile evrenin sonundaki restorana bile giderim gibi bir grup vardı, işte burası evrenin sonundaki restoranın bulunduğu yer olabilir. Dünyanın bir ucu, Allahın unuttuğu yer, ne derseniz deyin işte, yapacak, görecek, gidecek hiçbir yer yok. İlk günüm ağlayarak geçti zaten. Odama bakıp ağlıyorum, tuvaleti görüp ağlıyorum, tramvaya biri köpekle biniyor ağlıyorum, markete gidip aradığımı bulamıyorum ağlıyorum,
her şeye ağladım. En sonunda biri neden ağlıyorsun falan dedi de biraz rahatladım, e o da Türk çıktı. Neyse, baya ağladıktan sonra Meltem'i buldum binada, rahatladım biraz. Sonra gece burada parti varmış, ona gidip gözyaşlarımı dansla kuruttum.

Ertesi gün yine odam için alışverişe gittik Meltem'le, Meltem bir marka bulmuş, bizim bim gibi, dia gibi bir şey ama ismi Eco Plus. Meltem tam bir eko plus manyağı olup çıkmış burada, tek eğlencesi, hayattan aldığı tek zevk Eko Plus. Benim annemin Dia manyaklığından
beter. Eko Plus marka bok bulsa, afedersiniz, alacak. Bazen ortadan kayboluyor markette gezinirken, sonra bir reyondan fırlayıp ''bak bu mesela hede hödö marka, bu da Eko Plus, aslında aynı şey ama fiyatlarına bakar mısııııın!'' deyip yok oluyor. Eko Plus marka su ısıtıcımızı falan alıp eve döndük.

Dün akşam Senegalli bir arkadaşıma gidip hadi dedim Porte Jeune'e gidiyoruz. Kalktık gittik, orası şehir merkezi.
Şehir merkezi kavramı olan yerlerde yaşamak cidden zormuş ya. Bir dışarı çıktık ki kimse yok, herkes ölmüş. Saat de daha 9 bile değil belki.
Ama hep sabahın 4'ünde dışarılarda sürtüyormuş gibi hissediyorsunuz. Biraz içince ne oluyor bilirsiniz herhalde. Bütün dilleri konuşabiliyorum, herkesle enseye tokat göte parmak oluyorum. Şu anda tanımadığım bir sürü arkadaşım var, yolda yürürken aaa salut naber falan diyorlar.

Bu arada aslında burada hiç Fransız yok! Herkes Türk, Arap, Faslı falan. Bizim ilk tanıdığımız Faslı'nın Abdullah olması çok üzücüymüş yahu, hepsi çok tatlı insanlar, çok sıcaklar.

Bir de Avrupalı ne demekmiş gördüm cidden. Tramvaya binmeden bir makineye para atıp bilet alıyorsun. Tramvaya binince de o bileti hiçbir şey yapmıyorsun.
Yani bilet almana gerek yok.
Ama hepsi pıtır pıtır bilet alıyor. Ben hiç bilet almadım mesela. Nadiren kontrol oluyormuş, onu da bütün Türkler, Faslılar falan tramvaydan aynı anda inince anlıyormuşsun, o vagona binmiyorsun mesela.

Bir de buraya gelişimi anlatayım. Uçakta bir kabile vardı, çok komikti. Sürekli en arkadaki koltuktan en öndeki koltuktaki akrabalarına falan bağıra çağıra bir şeyler anlatıyorlardı. Kemer takmayı, tehlike anında ne yapılacağını anlatmakta olan kabin görevlisinin eline çöp falan tutuşturdular ''bi at şunu'' diyerek. Baya eğlendim.

Şimdi interrail bileti almak için yaşıyorum. Bu hafta yapmam gereken milyon tane iş var, hazırlanacak belgeler, sigortalar, kontroller.
Onlar bitince gezmelere başlamak istiyorum, biraz daha burada durursam kafayı yiyebilirim. Sonra da hemen bitse de gitsek!

1 comment:

  1. Acemiliğimi gördüm resmen sende :) Viyana'ya yolun düşerse bekleriz.

    ReplyDelete