Sunday, August 18, 2013

Tatil yerlerimizi eleştiriyorum

Merhaba. Kısacık bir İzmir tatilinden döndük, hem eğlendik hem üzüldük.

Öncelikle bu benim uzun süre sonra ilk deniz-güneş-kum tatilimdi. Aslında denizi de güneşi de kumu da tatil kapsamında hiç sevmem ama herkes denize gidince biz de bunaldık İstanbul'dan işte. Fakat tabi ki aksilikler yine peşimi bırakmadığından ve yola çıkmadan önceki gece kilometrelerce bisiklete binip rüzgarı bünyeye iyice yedirdiğimden dolayı sabah kalktığımda boynum ve sırtım tutulmuştu.

Ertesi gün ağlaya ağlaya ve sırtımda sıcak su torbasıyla arabaya bindim ve yola çıktık. Yanımıza almamız gereken en önemli şeyi almamıştık oysa; MÜZİK. Bu yüzden bir hafta boyunca ben diyeyim Virgin Radio, siz deyin Metro FM, Power Fm, hep bunlarla geçti günlerimiz. İnsanlar gerçekten bunlarla kirletiyorlar mı beyinlerini? Artık Selena Gomez'in 2 (iki) adet şarkısını bilen bir insan olarak hayatıma devam etmek zorundayım. Tam da mezun olup yüksek lisans yapmayı planlarken hem de.

Ben tatil boyunca hiçbir zaman deli gibi eğlenemiyorum. Bunun ilk nedeni gittiğim her yerin inanılmaz pis olması. Mavi bayraklı diye övündüğümüz plajlarımız pislik dolu mesela. Gerçekten merak ediyorum, kimsenin mi gözüne batmıyor sahillerdeki pet şişeler, sigara paketleri, efendime söyleyeyim, sigara izmaritleri falan? Yoksa ben mi çok uzak kaldım sahillerden de bütün bunlar normalleşti? Şöyle temiz, böyle muhteşem, böyle dünyada bir tanecik dediğimiz her yer bok içinde affedersiniz. "Alın sahilleriniz sizin olsun o zaman, biz de ören yerlerimizi gezeriz" desek, yine aynı şey.

İzmir de, maşallah, ören yeri cenneti. Efes'e gitmeden önce başka antik şehirleri de gezdik, kahrolduk gezerken. Antik tiyatronun taşlarının arasında kirli günlük ped vardı mesela. Elbette kilisenin duvarlarının "HASAN (KALP) ESMA" yazılarıyla döşeli olduğunu söylememe gerek yoktur. Yani azcık değerli olsa o yerler gözünüzde, gidip pedinizi orada değiştirmezsiniz, değil mi? Madem o kadar değersiz şeyler bunlar, ne diye 36 derecelik bir havayla boğuşurken onca yolu tepip de oralara çıkarsınız ki? Bunca zahmet niye yani?

Bir de şu şezlong vs almasanız da 20-30 lira vererek girdiğiniz plajlar var ya, çok sinir bozucu değil mi? Hayır yani, neyini satın alıp sahip oluyorsun ki oraya? Aynı suda iki kez yıkanılmaz ki. Herkes gerizekalı gibi iki adımlık yere tıkılmış, Power FM eşliğinde denize giriliyor. Kimse de demiyor ki biraz ileri gideyim de boğulup kurtalayım şuradan; herkes hâlinden memnun gayet.

Son günümüz de Kuşadası'nda geçti. Tüm yazlık yerlerin salak gibi öğlen 12'de plaja (beach) inip bronzlaşmak adına güneşin tüm zararlı ışınlarını emip bitiren aptal kızları, akşam olduğunda topuklu ayakkabıları, makyajları ve şıkır şıkır gece kıyafetleriyle gecelere akıyor. Belki de bir tek bana tuhaf geliyorduk ama yazık yere giderken "dur çantama bir de gece elbisesi ve ona uyan ayakkapı/el çantası koyayım" dediğimi hayal bile edemiyorum ben mesela. Zaten gecelere aksan da yine Power FM, ne yani?

Bütün bunlar olurken benim boynum hâlâ tutuktu ve şu anda da öyle, ama tüm engellere ve üzücü şeylere rağmen çok keyifliydi. Nispeten çok sakin koylar bulduk, zeytin ağaçlarının altında yemekler pişirdik, Şirince'de şarap içtik, köylü bir teyze tarafından kazıklanıp dağ kekiği almak zorunda kaldık. İstanbul'a döndüğümüze üzülmedik değil; ancak en azından Radyo Eksen'e kavuşmuş olduk.

Öperim.