Monday, April 30, 2012

home sweet home!

Selam. Geçenlerde ‘’çok yorgunum, çok gezdim’’ diye şikayet eden birine baya sinir olduğumu hatırlıyorum; gezmekten de yorgun düşülür müymüş be demiştim. Ama oluyormuş dostlar. Şimdi nerede ne yaptım tek tek anlatamiciim ki zaten yeterince başınızı şişireceğimi düşünüyorum zamanı gelince. Çok güzel şeyler gördüm, çok güzel insanlarla konuştum; hepsi deliydi. ''Benim ilgimi çeken insanlar deli olanlardır..'' Neyse, hiçbirini unutmamak için de hep yazdım, fotoğraflarını çektim. Ama yorgunluktan ölüp geberseniz de yetmiyor ki dostlar, dünya hiç de küçük değil; çok büyük ve çok güzel! Dinlenecek bir sürü hikaye var, hatta öyle ki bazen hiçbir yere gitmeseniz de dünya size geliyor. Ama evi çok özledim, çok yakında evim dediğim her şeyi öpüp koklayacağım için çok mutluyum! Her şeyin bir bedeli var tabi; önce evime kavuşmak için bir şekilde yaklaşık 40 kiloluk ve geldiğimden beri hiç açma ihtiyacı duymadığım, boşu boşuna ülkeler arası seyahat ettirdiğim valizimi buraaalardan oraaalara getirmem gerekiyor.  Son olarak, bu nasıl Erasmus'tu, valla biz de anlamadık.


''Benim ilgimi çeken insanlar deli olanlardır. Yaşamak için deli olan, konuşmak için deli olan, her şeye aynı anda ihtiras duyan, hiçbir zaman esnemeyen ya da sıradan bir şey söylemeyen. Ama gece boyunca maytaplar gibi yanan, yanan, yanan.''

Sunday, April 1, 2012

Enteğey nedir, ne değildir

Selam. Bu blog bir türlü Mulhouse rehberi ya da Mulhouse eğlence günlüğü falan olarak kullanılamadı, nedenini biliyorsunuz. Ama biraz toparlayacak olursak şöyle şeyler oluyor Mulhouse'da: Hava çok güzel, 20 derece genel olarak. Bir tane arkadaşım var, sürekli onu dışarı çıkarıyorum zorla. Copains d'abord diye bir barımız var, buranın güzel tek yeri sanırım, orada güneşleniyoruz. Hadi size bir de küçük Mulhouse rehberi yayınlayayım. Üniversiteden çıkıp 5 dk sola doğru yürüyünce merkeze iniyorsunuz, orada mağazalar ve katedral var, düz gidince Copains d'Abord dediğim yer, az ileride tren garı. Hadi bakalım iyi gezmeler.

Her neyse, dün sabah interrail biletimi aldım sonunda. Zaten uzuuuun zamandır hepimizin olduğu gibi benim de böyle bir planım vardı ama artık allahın fransasına gelmişim, gerçekleşmese ayıp olurdu! Bunun için de anneme çok teşekkür ediyorum tabi ki, ben sürekli ''ya çok kira ödedim bu ay, en iyisi erteleyelim, en iyisi şu 10 gün içinde 8 günlüklerden alalım'' falan derken ''al kızım al, hazır gitmişsin gör, kültürlen, dil öğren'' falan diye beni gazladı. Neyse! Bilet almak istediğimi uzun süre açıklayamadım tren garında. Çünkü biz ''intırreyıl'' derken onlar ''enteğey'' gibi bir şey söylüyorlarmış. Bütün olasılıkları tek tek denedim ve sonunda enteğey'i tutturdum. Sonra da oturma iznim olmadığı için ne yapacaklarını şaşırdılar. Şimdi siz Türk vatandaşısınız ama Fransa'da okuyorsunuz ama oturma izniniz yok ama interrail biletinizi Fransa'dan almaya çalışıyorsunuz, mümkün değil falan deyip durdular. 40 dk uğraştıktan sonra başardım, bakın dedim, beni paramla rezil etmeyin. Bir de bilete Türk vatandaşı yazdırmayı başardım ki aman aman, buradan uçakla bir yerlere gitmeme gerek kalmadı, zira bulunduğunuz ülkede kullanamıyorsunuz biletinizi. Kadın bileti uzatırken ''benim hala içime sinmedi ama neyse, alın bakalım'' gibi şeyler söyledi tavana bakarak.
İşte günlerdir nereye gitsem, şurada ne varmış bakalım, burada couchsurfing bulayım, şuranın treni şöyleymiş, falan diye listeler yapıyorum deli gibi. Gözlerim şişti uykusuzluktan. Bu kadar ders çalışsaydım erasmus programının ismini ezgi diye değiştirirlerdi. Şimdi ben okula gidince az fransızca öğreniyorum ama gezerken ya da başka insanların evinde kalırken çok şey öğreniyorum. Ama okula gitmeyince sınıfta kalıyorum. Çok saçma, ama ben baya gezdim diye itiraz edebilsek keşke.