Saturday, July 30, 2011

Ölümden Nasıl Döndüm

Merhaba. Bildiğiniz gibi Mersin/Akkuyu'daki nükleer karşıtı kamptaydık, 6 gün orada kaldık ve döndük. Kamp boyunca, Mersin'in eşi benzeri bulunmayan sıcaklığı nedeniyle, her gün kafamıza güneş geçti ve ter bezlerimiz yoğun bir egzersize tabi tutuldu. Deniz sıcaklığı yaklaşık 60 derece olduğu için yüzmek de pek bir işe yaramadı. Sıcaktan fırsat bulduğumuz zamanlarda köye gittik, tek tek her kapıyı çaldık, zaten bizi geçen sene kurduğumuz güneş panellerinden tanıyorlardı. Güneş panellerini kurarken çektiğimiz belgeselin gösterimini yaptık, nükpirin dağıttık. Ama kampa yine benim salaklığım damgasını vurdu. Yıllardır beni bir kez bile ısırmayan, dost bildiğim sivrisinekler, Mersin'de kafayı yedi ve her yerimi ısırdı. Ben de bu nedenle her gün ilk yardım çantasındaki kremleri sürdüm. Son gece yine ilk yardım çantasını alıp bir kenara çekildim ve içinde tentürdiyot olduğunu düşündüğüm, ama aslında amonyak olan şişeyi açıp kokladım. Koklamamla beynimin erimesi bir oldu. Bazıları ''beyne tazyikli su verilmesi gibi bir duygu'' diye tanımlıyor fakat bana göre beynimi çıkardılar, bıçakla paralel çizgiler halinde kestiler, sonra iğneler batırdılar ve kafama geri yerleştirip üstüne bir şişe kolonya boşalttılar, nefesimkesildi.Ciğerlerime hava doldurmaya uğraşırken ''böyle de ölünmez ki ama ya'' diye düşünmeye nasıl vaktim oldu bilemiyorum. İyileştikten sonra toplu olarak Özay'a bu konudan bahsetmeme kararı aldık. Ben bir yandan google'a ''amonyak koklamak'' falan yazarken, bir yandan da Özay'a ''facebookta takılıyorum numarası'' çekmek zorunda kaldım. Aklımda acaba ölecek miyim sorusu varken, bir yandan Can Gölpınarlı'nın kimle sevgili olduğuna bakıyordum bağrım yana yana. En sonunda google 48 saat içinde ölebileceğimi söyledi, ben de Özay suçluluk çekmesin diye gidip olayı anlattım. Özay uyumamam gerektiğine karar verdi, ben de Özay ve Hasan'ın bana baktığını düşünerek huzurla sırt üstü uzanıp yıldızları seyrettim. 4 saatlik bir astronomi seyri sonunda Özay ve Hasan'ın horlamakta olduğunu fark ederek uyumaya karar verdim. ''Saatimi kurayım da gece uyanıp ölmüş müyüm diye kontrol edeyim'' dedim ama kurmama gerek kalmadı. Biyolojik saatim tam bir çalar saat gibi işleyerek her rüzgar estiğinde beni uyandırdı ve yaşıyor muyum diye kontrol etme şansım oldu. Şimdi anketlerde sorulan ''have you ever had a near-death experience'' sorusunu gönül rahatlığıyla yanıtlayabilirim. Bu kadar maceradan sonra herhalde herkes aynı fikirdedir: KURDURTMAYACAĞIZ!

Monday, July 11, 2011

Fatura Şiiri

Merhaba, bugün içinde bulunduğumuz durumu anlatmak için bir şiir yazdım. Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bir gündeyiz...


Eski yuvamızda
Rutubet her yandaydı
Tavan, zemin ve kapı
Rutubet her yeri sardı.

Aradık ve taradık
Yeni bir eve çıktık
Eğitim mahallesini
Neş'emizle biz sardık.

Güzel evimizde
Yaşıyoruz çok kişi
Teras, mutfak ve banyo
Seviyoruz bu evi.

Ama kara bulutlar
burada buldu bizi
faturalar birikti
düşünmediydik bu işi.

Gaz ısınma ve suyu
Aylarca ödemedik
Paraları savurduk
Faturayı unuttuk.

İgdaş Ayedaş ve İski
Buldu evin izini
Şimdi ne yapacağız
Bok içinde yüzenzi.

Friday, July 8, 2011

Yaz başlayınca, içgüdüsel olarak işe girdik!

Merhaba! Ben geçen hafta yeni bir işe başladım. İş ararken kendimi böcek gibi hissediyorum. Gidip iş görüşmesi yapıyorsun, giydiğin şeye, saçına, çorabına falan dikkat etmek zorundasın. Ben de bu prezantabl görünme işini bir türlü beceremiyorum. Yani bana kalırsa ben aşırı prezantabl bir insanım fakat 'onlara' göre pek de öyle değil işte. Ayrıca çok geriliyorum iş görüşmesinde, benimle görüşen kişinin her zaman kendini benden çok çok üstün gördüğünü hissediyorum, çoğunlukla öyledir zaten ama gereksiz bir şekilde 'bu görüşme benim için hiç de önemli değil' imajı çizmeye çalışıyorum. Tabi 'öyle değilse neden buradasın gerizekalı' deme hakları da olduğu için, salak gibi kalıyorum. Bir de alınmak istemediğim işler var, can sıkıntısından bir bankaya başvurduğum olabiliyor mesela, ya da bir call centre'a. Sonra beni aradıkları zaman da ''Haa.. öyle mi yapmışım? Yok ben aslında istemiyorum'' deyip kapatıyorum ve sonra da oralarda çalışmadığım için çok mutlu oluyorum. Geçenlerde Çiğdem bir işe başvurdu ve başvurduğu yerden ses çıkmadı uzun süre. Daha sonra bu şirketten birileri Çiğdem'den yaz dönemi için yardım istedi ve o da reddetti. Telefonu kapattıktan sonra da o şirketi batırmış, herkesin ağzına sıçmış gibi hissetti. Benimki de böyle bir şey sanırım. Neyse, Af Örgütü'nde yüz yüzeye başladım. Kadına yönelik şiddete son kampanyasından bahsederken ''Biz de eve Moldovyalı bir kadın aldık yardımcı olması için. Hiç Türk kadınları gibi değiller, hizmetini güzel veriyor, eğlenmesini de biliyor, seksüel keyfini de ihmal etmiyor'' diyebilen insanlarla karşılaşıyorsunuz hiç olmazsa. Beyniniz ne alakası var ya diye düşünmeye başlamadan, bir bakmışsınız ki çok şaşırmışsınız ve gülmek için bilmem kaç tane kasınız kasılmış bile. Bir de bunu Fransız Konsolosluğu önündeki Fransızca programı inceleyen, gayet kültürlü ve aklı başında bir adamdan duyunca tadından yenmiyor. Tabi bu işler bir süre sonra beyninizi de yakabiliyor, dikkatli olmak lazım. Zira dün Hasan adlı arkadaşım odaya ''Kadına hayır!'' diye bağırarak girdi!