Sunday, February 27, 2011

''You also couldn't get up? So let's have some Adana with tırnak pide!''

Selamlar. Onlarca sahte gülüşten, el sıkıştan sonra nihayet bir ev arkadaşı bulduk birkaç hafta önce. Kendisi de bizim kafadan. Maziden bir örnekle açıklayacak olursak; geçen sene Fransızca dergilerden bir konu seçip, Türkçeye çevirmemiz gerekiyordu ve bunu tamamlamak için birkaç ayımız vardı. Doğal olarak son gün oturup oflaya puflaya yaptık Mutlusel kızımız ile. Benim konum Meksika Körfezi'ndeki petrol felaketi olduğundan biraz da eğlenceliydi, itiraf edeyim. Her neyse, biz yaptığımız çevirilerin çıktısını almaya üşendiğimiz için teslim edemedik. Daha sonra ek süre istedik bir şekilde, yine götürmedik. Hadi götürmedin, bari mail at. Onu da yapmadık. Biraz üşengeçliğimizden, biraz unutkanlığımızdan dolayı böyle salak bir olay geçti başımızdan, bunu ileride ''yaa, biz işte böyle çılgındık'' diyerekten torunlarımıza anlatmalı mıyız? En iyisi o yaşta hala biraz çılgın olmak, böylece popomuzdan hikayeler uydurmak ve var olan salaklıklarımızı modifiye ederek manyaklıkmış gibi anlatmak zorunda kalmayız.
Her neyse, işte bu Vivienne adlı kızımız da aynen bizim gibi, her gittiği yerde pasaportunu, cüzdanını, çantasını kaybeden; ''bana anahtar bırakın'' deyip, bırakılan anahtarı almadığı için bizi kapılarda bırakan; her cümlesine ''Ooh, I forgot..'' diye başlayan bir arkadaşımız. Genelde bizim sabah olarak nitelendirdiğimiz, normal insanların ise ikindi, akşam gibi kelimelerle betimlediği saatlerde mutfakta buluşuyoruz ve ''you also didn't go to school?'' kelime dizimiyle suçumuzu hafifletmeye çalışıyoruz, zira kimse kalkıp okula gitme zahmetiyle haşır neşir olmamıştır.
Hayatımıza Erasmuslu biri gelince biraz olsun ilginç tipler oluruz diye düşünmüştük ama hala en büyük hobimiz mutfakta sipariş ettiğimiz adanaları yemek. Yemek sepetine not olarak ''İkramlarınızı bekliyoruz, tırnak pideyi bol koyarsanız seviniriz. Biber yerine bulgur pilavı ve soğan istiyoruz'' yazıyoruz, inanır mısınız?