Friday, September 24, 2010

Gıda Fuarı

Merhaba, bugün çalışmak için CNR'daki gıda fuarına gittim. Sadece köy bakkallarında bulunan Şimşek, Şenlik, Funda, Metin, Meltem gibi markaların açtıkları standları görmeniz gerekirdi, sanırsınız birer nutella bunlar. Mini etekli ve boya kutusuna düşüp canını zor kurtarmış kızcağızlarımız ''Şimşek bisküvilerinden tatmak ister misiniiiz'' gibi cümleler kuruyordu sağda solda. Bir de Uzakdoğulu arkadaşlar vardı yine standlarda, -bugüne kadar bize söylenen en büyük yalanların içinde PH 5.5, Antibakteriyel, Aleovera ve Jojoba kelimeleri geçiyordu demiştim bir kez, sanki bunu ispatlamak için aleoveralı içme suyu tanıtıyorlardı. İşte böyle, kimileri içme suyundan sıkılıp böyle bir şey icat etme gereği duymuş.
Bu fuarda hayatımda görmediğim kadar göbek gördüm diyebilirim. Bu insanların göbeklerinin boyutları iş adamı olmalarından mı kaynaklanıyor, yoksa gıda sektöründe oldukları için mi, işte bunu çözemedim. Tam olarak iş adamı diyemiyorum bu insanlara fakat kendilerini böyle tanıtıyorlar. Zira ''ben kişisel bilgilerimi veremem, şirketime danışmadan yardımcı olamam, aaa ben hiçbir yere imza atmıyorum'' triplerine girmişler bile. Fuarın girişindeki '' Fuara silahla girilmez'' uyarısı, bu göbekli insanları korkutmuş olabilir belki.
Bütün bunlara rağmen fuardaki tadımlık şeyler güzeldi diyebilirim. Çiğköfte falan vardı, 1 dakikada hazırlanan makarnalardan vardı. Aleoveralı suyu beğenmedim, çiğköfteyle pek iyi gitmiyor.

Saturday, September 18, 2010

İklim Treni Aktivitesi ve Evdeki Temizlik

Merhaba. Bugün Sirkeci'ye iklim treni gelecekti, biz de oraya gitmeyi planlamıştık birkaç gün önceden. Bugün Emel, Cengizhan ve gençlik ekibinden olduğunu düşündüğüm 2 kişi toplanıp gittik bu tren etkinliğine. Benim aklımda olan şey büyük bir kalabalık ve bu kalabalığa iklim değişikliği vs ile ilgili bir şeylerin öğretilmesiydi, ve birkaç etkinlik. Fakat yapılan tek şey balon şişirmekti. Evet, biz bugün iklim trenini görmek için Sirkeci'ye gidip balon şişirdik. Sonra da insanların tercih ettiği şeylere (organik yiyecekler, otobüs yerine tren, nükleer enerji yerine rüzgar enerjisi vs) yapışkan yapıştırılması gibi bir etkinlikle karşılaştık. Oraya da yapıştırdık yapışkanlarımızı neticesinde. Muhtemelen o tablo şu an çöpte falandır. Bunun dışında belirtmem gerekir ki, orada bizden başka balon şişirmek isteyen çocuklar dışında kimse yoktu.
Şişirdiği balonu yürüten Emel, o heyecanla telefonunu orada unuttu. Cengizhan'a kahve falı bakarken telefonunun olmadığını gören Emel büyük bir panik yaşadı. Paniği de sinir izledi, zira ortamda bulunan insanlar Emel'i sürekli bir iphone'u/ipad'ı/yedek rehberi olmadığı için suçladı. Evdekilerle iletişime geçmek isteyen Emel laptopunu çıkardığında ise, ''işte blackberry'n olsa laptopunu sırtında taşımazdın'' gibi cümlelere maruz kaldı. Sinirlendiği alnında beliren damarlardan anlaşılan Emel, macerasını, telefonunu gardan teslim alarak bitirdi.
Gelelim bizim temizliğe... İNANAMAZSINIZ. Dünyadaki en temiz ev şu an bizimki olabilir. Ama biz bu şekilde yaşamaktan çok korkuyoruz. Korktuğumuz şey, evi kirletme olasılığımız. Ben şahsen, 2 saattir tuvalete gidemiyorum. Saçlarımız dökülmesin diye bone takmayı düşündük, hatta saçlarımızı mı kazıtsak acaba diye sormadık değil birbirimize. Daha sonra ayağımıza galoş geçirme fikrine kaydı akıllarımız. Ne yapacağımızı bilmiyoruz. Sizi de şimdiden uyaralım, bize gelecekseniz önce banyo yapın, en temiz kıyafetlerinizi giyin, sonra da taşkınlık yapmayacağınıza söz verin. Evi kirletmenizden çok korkuyoruz.

Tuesday, September 14, 2010

Ayranımız yok içmeye..

Selamlar. Bu aralar çok saçma sapan yaşıyoruz. Öncelikle size evimizin durumunu anlatayım. Evimizi bok götürüyor desek yeridir, sayın okuyucular. Hani bizim dağınık insanlar olduğumuz zaten bilinen bir şey, ama bu dağınıklık falan değil, resmen pis olduk. Neden böyle oldu, nasıl bu duruma geldik bilmiyoruz, her şey çok ani bir şekilde gerçekleşti. Hadi onu da geçtim, dağınıklık durumumuz da devam ediyor. Bu da yetmezmiş gibi odamı yenilemeye karar verip eşyalarımı değiştirdim. Bu yaptığım için de odamdaki babaanne/eşşşek ölüsü eşyaları odadan çıkardım doğal olarak. Tek sorun onları dışarı atmamış veya satmamış olmam, hepsi koridorda ve mutfakta öylece duruyor. Çok ağır ve büyük oldukları için onlarla ne yapacağım konusunda bir fikrim yok. Şimdi işin en saçma kısmına geliyoruz. Böyle bir evde bir adet espresso, bir adet de filtre kahve makinesi var. Dağınıklık arasında kendilerini bulduğumuz vakit, onları çıkarıp kahve yapıyoruz. Yerlerde espresso kutuları dolaşıyor, bazen onlara tekme falan atıyoruz. Şimdi sizce de bu biraz 'ayranım yok içmeye, atla giderim sıçmaya' durumu değil midir? Neden iki tane kahve makinemiz olduğunu sormayın, onu anlatması gereken kişi bir başkası. Yaptığımız kahveleri içmek için bardak bile bulamıyoruz evin şu anki durumunda, ama yüzsüzce çekirdekleri öğütüp duruyoruz. Ancak tuhaf bir şekilde Mutlusel'in odası ve benimki gayet düzenli. Sanırım biz kendi alanlarımız dışındaki ortak alanları beynimizde bitirdik, böyle bir psikolojik sorunla karşı karşıyayız. Yanlış anlaşılmasın, '' aabi öğrenci evi işte'' triplerine girip elimize geçenleri dağınık ve pis olsun diye oraya buraya bilinçli olarak fırlatan insanlardan da değiliz biz. Dün gece lavabo taşmak üzere olduğundan, bir pompa yardımıyla deliği açtım ve sonrasında çekirdek öğütmek suretiyle kendime kahve yaptım.
Fakat üzülmeyin, yarın evde temizlik var, hem de gerçek bir temizlik makinesi tarafından gerçekleştirilecek. Bize gelmek için güzel bir fırsat, belki kahve yaparız.

Friday, September 10, 2010

Saçma sapan bir akşam

Merhaba. Dün eve bir geldim ki ne göreyim, Mutlusel'in eski sevgilisi Kerem bizde.Kerem de yeni birileriyle tanışırken benim gibi heyecanlanıp sağa sola bakınan bir insanmış.Saçma sapan bir tanışma faslından sonra Trivial Pursuit adlı oyunu oynadık.(Genel kültür oyunu gibi bir şey.) Mutlusel ve bana birer kez sıra geldi sanırım, çünkü Kerem üst üste bütün soruları bilerek oyunu 2 dk içinde bitirdi diyebiliriz.Hiç eğlenmedik galiba.Kendimizi biraz kültürsüz hissettik. Genel kültür sorularının hiçbirini bilemeyerek genel olarak bile kültürlü olmadığımızı anladık. Daha sonra Mutlusel'in ders aralarında bana ''mesela dünyadan birisi kaybolacak, sebze mi meyve mi? Ama sebze derken, patlıcan kızartması ve karnıbahar falan da yok, iyi düşün'' gibi sorular sormasının kaynağını öğrendim, zira Kerem de ''mesela sana helikopter veriyorlar, ama günde 2 kez Ankara'ya uçup helikopter müdürlüğüne imza vermek zorundasın, kabul eder misin?/ Mesela sana ev verecekler, ama karşılığında bir sene ekme bıyıkla dolaşmak zorundasın, naparsın?Ama iyi düşün, löp diye veriyorlar evi./Mesela şöyle bir şey varmış; sana aylık 2 milyar maaş veriyorlar, ama karşılığında haftada 5 saat sete gidip eskiden Yasemin Yalçın'ın canlandırdığı o bıyıklı, tek kaşlı karakteri oynayacaksın ve adını google edince görsellerde hep öyle bir fotoğrafın çıkacak, 25 sene sonra bile. Naparsın?'' gibi sorular yöneltti uzun bir süre. Helikopter müdürlüğü ne allah aşkına, niye imza veriyoruz oraya? Ayrıca ekme bıyık nedir? Cevaplarımı merak ettiniz mi? İlk soruya hayır, ikincisine evet. Evi satıp içinde yaşayacağım bir tekne almak isterdim. Diğerini bilemedim şimdi... OF!

Thursday, September 2, 2010

Sütlü Nuri

Merhaba, bir önceki yazıyı okuduysanız, Mutlusel'in tadilat sonrası atılacak birkaç eşyası olduğunu biliyorsunuzdur. İşte o eşyaları alması için bir spotçuyu aradığımı söylemiştim, ona beni Nuri'nin yönlendirdiğini ve eşyalarımızı almasını istediğimi belirttim. Daha sonra arayan bir adam, aslında Nuri'nin beni ona yönlendirmek istediğini fakat benim görüştüğüm kişinin kardeşi olduğunu belirtti. Sonra da ''yarın Nuri'nin evinde buluşalım'' dedi. ''Nereden bahsettiğiniz hakkında hiçbir fikrim yok'' dedim, zira Nuri'yi tanıma, onun evini bilme ve oraya gitme imkanımın bulunma gibi olasılıklara hayatımda yer olamazdı. Biraz ürkerek telefonu kapatıp çantama koydum. Kimdi bu Nuri.. Bizden ne istiyordu.. Evi yerden ısıtmalı mıydı, yazın rutubet alır mıydı.. Korkarım bu sorular hiçbir zaman cevaplanmayacak.
Bunun yanı sıra, Nuri'nin adamının almayacağı kesinleşen birkaç eşya kapının önünde duruyor.Yan komşu blogu takip ediyor olsa gerek, ne bize bir eşya bırakıyor artık, ne de bize sahip çıkıyor. Aksine bize düşman kesilmiş durumda. Önce her hafta başı toplanan ambalaj atıklarımızı saatinde çıkarmadığımız için azar işittik kendilerinden, şimdi de kapının önündeki bahsi geçen eşyaları her gün birer cm olmak üzere bize doğru ittiriyorlar. Bunları ya atın, ya da eve sokun der gibi. Belki de ''bizim verdiğimiz eşyalarla zengin oldular, şimdi de biz alalım diye kapıya eşya bırakıyorlar'' diye düşünmüşlerdir.Öyle bir niyetimiz yoktu oysa.